Memleketin yarısı tanzim satış kuyruğunda, diğer yarısı iş bulmak için sonu görünmeyen, stadyumları dolduran kuyruklarda bir ümitle bekliyor…

Kuru soğan, maydanoz gibi tek başına karın da doyurmayacak üç beş temel sebze satıldığı halde tanzimler önünde oluşan kuyruklar, ekonominin vahim gidişatını ortaya koyuyor. Ancak “rezil olmanın mümkün olmadığı” memleketimizde, bu durumun “yokluğun değil varlığın göstergesi” olduğu açıklamalarını da duyduk bugün. Peki, hadi inandık diyelim de diğer yarımızın önünde biriktiği, iş bulmak için girdiğimiz kuyruklar ne olacak?

Son zamanlarda çok sık gördüğümüz, insandan oluşan bir sel gibi alınacak işçi sayısının kat be kat üzerinde iş için başvuru yapmaya çalışan binlerce yurttaş ne olacak? O kapıların önünde dolup taşan insan seli, dondurucu soğukta geceden gelip çaylar demleyerek bir ümitle beklemeye başlayan, ekmeğini kazanmak isteyenler de varlıktan mı bekliyor?

İşin aslı, bütün varlığı yaratan onlardır. Orada bekleyen canlı emektir, emek gücüdür ama çalışamadığı için bekliyor, duruyor. “Bir aydır iş arıyorum” diyor, “şuradan geldim, buradan geldim” diyor, şehirden şehre geliyor, her şeye razı… Ve TÜİK, sadece son dört haftada iş arayanları işsiz saydığı için sanki bir sınırda bekler gibi bekliyor… Buna da “varlık” diyeceklerse; önceki gün TÜİK tarafından açıklanan Kasım ayı işsizlik verilerine göre 4 milyona dayanan işsiz sayısına baksınlar. Beklenen oldu, son zamanda olağanüstü bir karakter kazanan iş kuyruklarıyla vücut bulan işsizlik gerçeği, TÜİK verileriyle de resmi olarak itiraf edildi; geçen yılın aynı dönemine göre binlerce kişinin işsiz kaldığını öğrendik. Üstelik başkanı görevden alınmış, gerçek oranları örtmek için bir takım filtreler kullanan, yapmadığı numara kalmayan bir kurum olarak TÜİK… Hiç şüphesiz ki açıkladığı oranlar da tam gerçeği yansıtmıyor. Sorunun büyüklüğünü göstermeye, açıklananlar bile yeter ama gizlediklerini bilmemiz lazım. Çünkü özellikle gençler ve kadınlar için durum daha da vahim, hem genç hem de kadın olmak ise en zor durumu yaşamak anlamına geliyor.

***

Kadın cinayetleri artıyor, şiddetin her türünde artış var, her konumdan her kuşaktan kadın maalesef şiddet görebiliyor ama en sık şiddete maruz bırakılan grubun genç kadınlar olduğunu biliyoruz. Nitekim bu hafta, şiddetin nasıl bir boyut kazandığını tüm toplumun anlaması bakımından dönüm noktası olan Özgecan Aslan cinayetinin yıldönümüydü. Özgecan da gençti, çok genç… Hep genç kalacak… Hiç kuşkusuz işsiz olduğu ya da iş aradığı için değil “kadın” olduğu için öldürüldü. Ancak bu ülkede şiddeti durdurmaya kararlı kadınlar olarak biliyoruz ki şiddetin arkasında yatan temel yapılar var. Bunları görmek istemeyenlere, tek tek göstermek ve her biriyle hesaplaşmak istiyoruz. Başka türlü kadınlar şiddetten kurtuldukları bir hayat yaşayamazlar.

Şiddetin arkasında ekonomik, politik ve tarihi-kültürel bir yapı var. Bu yapı örneğin Şule Çet’in öldürülmesinde hiç saklı bile değildi. Şule, elbette ki genç bir kadın olarak, genç erkeklerin kullandığı tüm haklara sahip olarak sadece eğlenmek için de gidebilirdi o lanet plazaya. Ama o gece orada; çalışarak kazandığı ve hak ettiği parasını alamadığı, diğer yandan işsiz olduğu gibi kaba bir gerçek de vardı. Şiddetin ekonomiyle ilişkisi her zaman bu kadar açık değil şöyle açabiliriz:

Öncelikle TÜİK, “işsiz ve çalışmaya hazır” olduğunu beyan ettiği halde son dört haftada iş aramayan kişileri işsiz saymıyor. Bu kişiler, “İş aramayıp, çalışmaya hazır olanlar” başlığıyla ayrı bir kategoride değerlendiriliyor. Oysa “geniş işsizlik tanımına” göre bu kişilerin de işsiz olarak kabul edilmesi gerekir. Buna göre gerçekte işsiz sayısı ise 6 milyona dayanmış durumda.

İkincisi bu tanımın bile genişletilmesi gerekir. Çünkü TÜİK’in iş aramayan olarak görüp dışarıda bıraktığı milyonlar içinde çalışmak istemediği için değil buna imkan bulamadığı için hiç iş başvurusu yapamamış milyonlarca kadın var. Belki zorla evlendirilen, belki isteyerek evlenmiş, evlenmemiş ise de “ev kızı” diye acayip bir kavramla anılan, o milyonlarca hanenin içinde milyonlarca kadın, çalışma hayatına katılmayı belki çok istediği halde katılamıyor durumda. Oysa normalde “işsizlik oranı” demek; 15 yaş üstü olup çalışmak isteyen ama iş bulamayanlardır. Toplam işgücü de 15 - 65 yaş arasındaki çalışabilir durumda ve çalışmak isteyen herkestir. Dolayısıyla bu 11 milyon kadının çalışmaması için cinsiyetçilik dışında bir neden yok. Bu rejim ekonomiye de yansıyor, kapitalizm de bunu işine gelirse kullanıyor, işine gelirse takmıyor. TÜİK de olup biteni gizlemenin aracı oluyor: “Öğrenci”, “emekli”, “sağlık açısından engelli” gibi çalışamaz olması kabul edilebilir kategorilerin yanında, “ev işiyle meşgul” diye milyonlarca kadını da işgücünden düşüyor. İş aramaktan ümidini kesmiş olanları -örneğin ataması yapılmamış öğretmeni, yine kadınların da önemli oranını oluşturduğu mevsimlik çalışanları da böyle sınıflıyor- hesaplamaya bile dahil etmiyor.

Dolayısıyla çalışabilir oldukları halde işgücü niteliğinde bile görülmeyenlerle birlikte düşünüldüğünde geniş işsizlik tanımı cinsiyeti de içeren biçimde bir kez daha genişlemelidir.

Bunların ne önemi mi var? İşte şiddet bu yapısal temelde yükseliyor; kadınların hayatını sürdürmek için bir erkeğe bağımlı olmasını kıran, çalışma hayatına katılarak güçlenmesini sağlayacak şey, şiddetin önüne de geçecek olan şeydir.

Kadınlar bir yandan ekonomik bağımsızlığını kazanamayıp kendi ayaklarının üzerinde güçlü duramadığı için şiddetin önünde, öte yandan işsizlik yükseldikçe işsiz kalan erkeğin bunu bahane ederek yükselttiği ve kadına yönelttiği şiddetin önünde…

Bu kısır döngü kırılmalıdır. Kadınların çalışma hayatına eşit haklarla, tam ve güçlü katılımı sağlanmadan kadın cinayetlerini durdurmamız çok zor.

Ne iyi ki iyi haberler de var, örneğin 10 yıl öncesine göre “ev işiyle meşgul” kadın oranında azalma, istidam oranında görece artış var. Bu verileri, konunun öneminin farkında olanların yazılarında bulabiliriz, sağolsunlar.

Bu iyi yönde değişim, kadın haklarının kısıtlanmaya çalışıldığı günümüzde, ters rüzgârlara rağmen gerçekleşiyor. Çünkü Türkiye’de kadınlar değişiyor, bu tabloyu değiştirmeye kararlıyız. Öte yandan hanelerde tek maaşla geçinilemiyor, ekonomik zorunluluk da var.

Sonuçta, şiddetin sadece tarihi kültürel nedenleriyle değil, sadece politik nedenleriyle değil, ekonomik yapısıyla da mücadele etmemiz şart. Bütünsel mücadele şart.