İnsanların çok fazla tekrar ettiği kelimeler biraz onun ruhunu anlatır mı? Bence anlatabilir. Örneğin zamanın ruhunu anlatabilmesi açısından “sıkıntı yok” lafı. Ne kadar sahte, ne kadar sorunun üstünü örtme heveslisi. Sorunu bilinç üstüne çıkartmaya cesaret edemeyiş. Sorun yok ve teşhis yok ki tedavisi de olsun. Teşhis, test, analiz ne ki zaten. İnsan dediğin beynini bir saniye bile çalıştırmasın. Böyle gelmiş böyle gider. Kendimizden memnunuz. Hele şanlı tarihimizden memnuniyetimiz, değme gitsin. Sebepsiz şişirilmiş bir özgüven ve kendisiyle barışık olma hali.

Ne ilginçtir ki Marksizmin kök hücre kelimesi ise uzlaşmaz çelişki. Öyle bir sıkıntı, öyle bir sorun, öyle bir çelişki var ki hatta uzlaşmaz olanından.

“Açıkçası” lafı da çok kullanılıyor. İnsanın “E peki şu ana kadar üstünü örter şekilde mi konuştun?” diyesi geliyor. Özü sözü bir olmak, samimi olmak unutulmuş. Devrimciler en zor konuları zaten açıkça konuşmalarıyla bilinir. Sonradan görme diplomatik dille konuşmazlar.

Bir de “fark etmez” lafı çok canlı olarak kullanımda. Skolastizmin jenerik lafı. Bir laftan da öte derin bir felsefe. Hayat çeşitli zamanlara göre fark etmez. Politik olarak öyle ya da böyle demek fark etmez. Fark yaratmaz. Fark etmezcilere göre her şey sabittir ve aynıdır. Fark etmeyiz, farklı olmaya teşebbüs etmemeliyiz. Hepimiz birbirimizle aynıyız, ayneniz. Sürekli tekrar edilen bir laf da o zaten “aynen”.

1. Politik programa gerek var ya da yok diyenler

Gerçek devrimci bir program diğerlerinden farklıdır.

Rus devrimi esnasında Narodnikler de, Menşevikler de, Trudovikler de, anarşistler de solcu kabul edilebilir. Ne var ki Lenin ve yoldaşlarının politik programı diğerlerinden kelimenin en yüklü anlamıyla farklıdır. Daha da ötesi, zaman içinde tartışmalarla yoğrularak ve tartışmaların içinden geçerek farklılaşmıştır. 1903’deki RSDİP 2. Kongresi öncesi farklıdır, sonrasında farklıdır. Ekim Devrimi’ne doğru yaklaşılırken farklıdır.

Devrimci politik, inci gibi alt alta yazılmış bir taş blok değildir. Kendini farklılaşarak ortaya koyar. Bütün solcuların programı aynı ve “aynen efendim” değildir. Bazılarının politik programı dahi yoktur ya da onlara göre politik programa gerek yoktur. Daha esnek olanlara göreyse, politik program olsa da olur olmasa da.

2. Politik kimliğe davet değil programın ileri sürülmesi

Örneğin politik program ileri sürmek, toplumu bir iyilik özüne davet etmek değildir. Davet edenin iddiasını ciddiye alacak olursak, herkes iyidir. Buradan gidemeyiz. Devrimci program dünyayı nasıl ele aldığını ve onu nasıl değiştireceğini anlatmak demektir. Bunu yaparken insanları yanıltmaya çalışmaz, sakıncalı konuları açık açık deşer. Hep açık konuşur. Eğer önem verdiği fikirleri varsa, kendini açıklamak için didinir, çırpınır.

Ayinesi iştir kişinin, politik “kimlik”e bakılmaz. Her zaman cepte bulunan ya da Orhun Kitabeleri’nde yazılı olanların anlatılması sadece genel propagandadır. Genel propaganda, politik programın ileri sürülmesi sayılamaz. O genel geçerdir. Hamasete kayar kolaylıkla.

3. Somut koşulların somut ve güncel programı

Somut koşulların somut tahlili yapılır önce. Şunu hemen belirtmeliyim ki, tahlil çok zor yapılan bir iştir. Zaten, geçerken şöyle bir yapılıverilmez. Çok uğraşırsınız, belki olur. Başka konularda çok çalışkan, çok dayanışmacı olduğunuz için doğal olarak çok iyi tahlil yapmış sayılmazsınız. Bütün politik akımları helak eden, tahlil denen şeyin çantada keklik olarak görülmesidir. Somut koşulların somut tahlilinin yapılabilmesi için, ampirik olunması gerekir önce. Yani konunun, konjonktürün, meselenin bilgisiyle donanmış olmak gerekir. Uzaktan ve genel doğrularla iş yapılmaz.

4. İktisadi krizin sonuçlarına karşı mücadele

Emekçi Hareket Partisi insanların somut koşullarını önemsiyor, iktisadi koşullarını önemsiyor, güncel koşullarını önemsiyor. Bu güncel koşulların bilgisine göre tercihlerini ortaya koyuyor. Örneğin ülkede yaşanan iktisadi krize göre politik tutum almak bir tercihtir. Bunu çok önemli bulmayıp politik ya da politik olmayan kimlikleri önde tutmak bir başka bir tercihtir.

EHP, iktisadi krizin ortaya çıkardığı sonuçlara itirazı en yüksek perdeden dile getiriyor. Krizin yarattığı yoksulluk ve işsizlik onun birinci dereceden meselesi. Bunu herhangi bir muhalif de mi söyleyebilir? Elbette söyleyebilir. Sorun şu, söylemiyorsa bile. O zaman muhalif sayılır mı? Bu soruyu sormuş olalım.

5. Kamu hizmetleri ve kamu varlıkları en üst düzeye çıkarılacak

AKP ortaya çıkan ülke gerçekliğinin herhangi bir boyutundan şikayet ettiğinde, buna hakkı olmadığı uyarısı yapılıyor. Gayet doğru. 17 yıldır icraat yapma hakkı ve imkanı onlardaydı çünkü. Aynı durum yerel yönetimlerde bulunabilme imkanını yakalamış muhalif ya da sol akımlara da söylenebilir.

Neymiş efendim, onlar da kamu hizmetinden bahsedebilirlermiş. Bahsetmeyi bir kenara bırakalım inisiyatifini aldığınız yerel yönetimlerde neden bunu uygulamadınız? Neden bir gram dahi uygulanmış halini görmedik? Eğer kamu hizmeti ve kamu mülkiyeti oluşturma pratiği yoksa yoktur. Geri kalanı, EHP ile laf yarıştırma çabasıdır.

Ortaya çıkan sorunlar göz boyamanın ötesine geçip temelden çözüme kavuşturulacak ise, yerel ve merkezi düzeydeki yönetimlerin elindeki kamusal varlıklar sonuna kadar yükseltilmelidir. Toplumun yararına olan millilik, kamunun elinden çıkmış varlıkların yeniden millileştirilmesi olacaktır.

6. Emekçilere gidişata el koyma ve iktidara gelme hakkı doğdu

Peki bu krizin nedeni ne, çözümü ne olabilir yerel yönetim seçimleri kapsamında?

Bize göre bu kriz, kapitalizmin bağrındaki bir kriz. Arizi değil.

Biz bu krizin tarihsel olarak, emek verenlere sürece el koyma ve iktidara gelme hakkını verdiğini düşünüyoruz. O anlamıyla bir meslek grubunun korunma refleksi gibi tutumları doğru bulmuyoruz. Biz bir meslek odası ruh hali içinde değiliz. İşçi sınıfı bir meslek grubu ya da lonca değildir. O nedenle EHP’nin krize verdiği cevap “gün bugündür” cevabıdır. Kimseye bir şikâyeti yoktur. Bedelini bugüne kadar hükümet etmiş olanlara siyasi olarak ödetecektir. Esas olan korunma içgüdüsüyle davranmak değil iktidar iradesiyle davranmaktır.

Neo-liberal düzenlemeler halkın temel gıdaya ulaşmasını dahi engellediyse yeni düzenlemeler yapma hakkı artık emek verenlerindir. Ülkeyi batıranlar kenara çekilmelidir. Hem yerel hem de merkezi düzeydeki yönetimler bundan sonra en üst düzeyde kamu hizmeti yapmaya yönelmelidir. Sadece meyve ve sebzenin ucuza satılması değildir mesele, bütün temel ihtiyaçlar halka ucuz ya da bedelsiz sağlanmalıdır. Bu üretim alanındaki işleyişi de, dağıtım alanındaki işleyişi de yeniden düzenlemeyi gerektirir.

7. EHP’nin politik programını söyleme konumu ve imkanı var

Söylemekle olmaz değil mi? Kendisini sol olarak görenler de söylesin, hele duyalım önce bir. Söyleyemez. Söyleyebilecek konumları bulunmuyor çünkü. Konumun yoksa söyleyemiyorsun demektir.

EHP, göğsünü gere gere söyler. Amasız fakatsız söyler.

Onun politik programını söyleme imkânı vardır.

Diyelim ki koşullar her açıdan eşitlendi. Solun büyük bir kısmı millileştirme yapacağım diyemez. Yok kamu iktisadi teşebbüslerinin iyi çalışmadığı aklına gelir. Yok oraların aslında arpalık olduğu aklına gelir. Yok o mülkiyet biçimini hatalı bulur. Diyemez oğlu diyemez. Hatta bir kısmı böyle bir ikilemle karşı karşıya kaldığına çok şaşırır. Bu sorunun kendisine sorulduğuna inanamaz. Nelerle uğraştırıyorlar beni, diye düşünür.

Görüldüğü gibi EHP ile diğerlerinin yaklaşımı fark ediyor.

Bir sonraki yazıda demokrasi konusuna devam edeyim…