8 Mart yaklaşırken Dünya Kadın Grevi çağrıları bu yıl da yapılmaya başlandı. Bugün grev için 1000 nedenimiz var diyen kadınlar #1000motivos etiketiyle sosyal medyadan kampanya da başlattılar.
İlki 2017’de yapılan, kadınların hem üretimden hem yeniden üretimden gelen güçlerini birleştirerek hayatı durdurmalarını öneren grev çağrısı birçok ülkede sembolik ya da kitlesel karşılık buluyor. Bununla beraber, “kadın grevinin” ne anlama geldiği, nasıl gerçekleştirileceği, adına “grev” denilip denilemeyeceği tartışması da genişliyor, geliştiriliyor. Ne iyi ki, Türkiye’de de bu tartışma bu sene daha gelişmiş biçimde; sözlü ve yazılı olarak da; dökümanlarıyla, hak ettiği fikri emek gösterilerek yapılmaya başlandı.
Kadın hareketinde çok ihtiyaç duyulan, olması gereken modern fikri tartışma kültürünün canlanmasına yarayabilecek bu gelişme önemli. Yayınlanan yazı ve çevirilerin tümü, bu yönde olumlu örnekler oluşturuyor. Özellikle Fulya Alikoç ve Sevda Karaca’nın “8 Mart’ta feminist kadın grevine esastan itirazlar” yazısı, teorik dayanaklarıyla da dikkat çeken önemli bir çaba. (http://teoriveeylem.net/2019/02/8-martta-feminist-kadin-grevine-esastan-itirazlar)
Kadın Grevi fikrinin, farklı değerlendirmelerimiz olsa da -ki olabilir- aramızda modern, demokratik ve fikre dayalı bir tartışma metodunun güçlenmesine katkısı bakımından bile, sırf bu nedenle kadın hareketine faydası var diyebiliriz. Ama elbette grevin kendisi, bu fikrin etrafında dünya çapında örgütlenme çabası, bundan daha fazlasıdır. Feminizmin durgunluk dönemlerini geride bıraktığımız, kadınların dünya çapında her gün başka bir ülkede canlı ve amansız bir mücadele var ettiği günümüzde, tam da ihtiyaç duyduğumuz yeni bir kadın enternasyonali için bir katkı niteliği taşıyor. Bu hamlenin son yıllarda yapılması tesadüf değil; Trump, Putin ve benzeri tiranlar ile sembolize olan son yıllarda her coğrafyada başka türlü yükselen kadın düşmanlığına ve muhafazakarlığa karşı, kadınlar direnerek cevap vermeye başladı, olaylar böyle başladı… Geçen yıl “feminizm”in, bu yıl “toksik erkeklik”in yılın sözcüğü seçilmesine vardı. Sene sonundaki bir sözcük yarışması değildi kuşkusuz kadınların hayatı; her coğrafyada başımıza gelen ayrı bir felakete karşı, her gün mücadele ettik. Grev ile kadın cinayetlerinden kürtaj hakkına, tacizden nefret suçlarına birçok farklı mücadelenin dünya çapında birbiriyle ne kadar olursa o kadar buluşabildiği, kadın mücadelesine yol gösterecek dünya çapında siyasal ve örgütsel bir harita ortaya çıkarılmaya çalışılıyor. Senede bir gün esnek biçimde ortaklaşan bu mücadelenin sürekli, sistemli örgütsel bir kuvvet kazanması, bu zor ama önemli hedef, bu hedefe yaklaşmak, eminim dünyanın bütün kadınlarının yüzünü güldürecek sonuçlar yaratabilir.
Kuşkusuz “kadın grevi”, emekçilerin, üretimden gelen gücünü, örgütlü ve kitlesel biçimde kullanarak üretimi durdurduğu orijinal anlamıyla bir genel grev değil. İspanya gibi bazı ülkelerde emek örgütleri ve siyasi partilerin de desteklediği biçimde daha kitlesel gerçekleşse de, bizim de dahil olduğumuz bir çok ülkede deneyim daha çok sembolik düzeyde kalıyor. Bunun siyasal konjonktürel nedenleri de var, yapısal ontolojik nedenleri de. Örneğin Türkiye’de tahtakurusu olmadan, hatta ölmeden çalışabilmek için eylem yapmanın bile yasaklandığı baskı koşullarındayız. Andığımız yazıda üzerinde durulduğu gibi ontolojik olarak da, üretimden gelen gücü kullanmak ile “yeniden üretimden gelen gücü kullanmak” eşdeğer değil.
Bizim tarih boyunca üzerimize yıkılan ev içi işlerin, bakım emeğinin bize güç kazandırmadığı da kesin. Bu sonu gelmeyen, bıktırıcı, hiçbir biçimde geliştirmeyip aptallaştıran işlerden özgürleşmek istediğimizi anlatmak için grev yapmak istiyoruz zaten. Ama aynı şekilde bu işlerin duygusal emek de içeren niteliği işi zorlaştırıyor; “yeniden üretimden gelen gücümüzü kullanmak” için hanedeki erkeğin her gün hazır bulup yediği yemeği yapmadık diyelim, peki çocuğu nasıl aç bırakacağız? Yaşlı hasta anneye kim bakacak? Dolayısıyla gerçekten yeniden üretimin grevini yapmak, teorik değerlendirmesini yapmaktan zor. Nitekim çağrıcıları da bu sorulara cevap arıyor, eylem biçimlerine dair çeşitliliği bol öneriler geliyor.
Ama oldukça karmaşık karakterli bu emek biçimini çözümleyen, zorluğu aşmak için dayanak olacak bir analiz de var. Neden böyle oluyor? Sorusunun açıklaması halen, kadın emeğine “kör” kaldığı iddia edilen Marksizm’dedir. Bize “üretim/yeniden üretim” kavramsallaştırmasını kazandırdığı halde, yeniden üretim alanıyla -sermayenin de yeniden üretimi anlamına geldiği halde- yeterince ilgilenmediği için eleştirilir Marks. Ama “kör”olan o değil, onun ilgilendiği, açıklığa kavuşturmaya çalıştığı “kapitalizmdir”. Marks değil kapitalizm kendinden önceki bütün üretim biçimlerinden farklı olarak, cinsiyet, ırk gibi kategorilere kayıtsızdır. Gönül isterdi ki, kadın emeğini de daha çok açıklığa kavuştursun ama insanlık tarihine yeterince adanmış, Kapital’in ikinci cildini yazmaya bile ömrü yetmemiş birine sitem edilemeyeceğine göre, iş kadınların başına düşmüş nitekim sosyalist feminizm bu konuda önemli bir mesafe de kaydetmiş durumda.
Sosyalist feminizmin günümüzde heteroseksist kapitalist patriyarka olarak genişleyebilecek birbirinden farklı ama birbirleriyle çarklar gibi ilişki içerisindeki sistemler tarifi, açıklayıcıdır. Kapitalizm cinsiyetine bakmaksızın üretim ilişkilerine girmiş, değişim değeri kazanan canlı emeği; emek gücünü, artı değer üretmek üzere “sömürür”. Ev içerisinde, yeniden üretim ilişkisinde ise bu değişim değeri değil, kullanım değeri söz konusudur, burada eşit ve rızaya dayalı ücret karşılığı çalışma bile söz konusu olmayıp, daha arkaik bir kalıntı; “ezilme” ilişkisi; patriyarka işler; erkekler bu emeğe el koyar. Kapitalizmin kadınların yaşadığı baskıdan yapısal özel olarak bir çıkarı yoktur, bu baskı ortadan kalksaydı bile varlığını sürdürebilirdi, çünkü sadece sınıf sömürüsünün ortadan kalkması onun sonunu getirir. Bu, kapitalizmde kadınların kurtulabileceği anlamına gelmez, tam tersine iki ucu keskin bir bıçaktır o; tarihte hazır bulduğu patriyarkayı işine geldiği gibi kullanma yeteneği, bu konudaki esnekliği yüzünden kadınlar da, uluslar da sistem karşıtı mücadeleden uzaklaştıkça başarılı olamazlar. En temel eşitsizlik sürdüğü sürece daima yeniden hortlayacaktır ve eşit olmayanlar olduğu sürece kadınlar da kurtulmuş olamazlar.
Konu uzun ve çetin, devamını sonraki yazılarda getirmek üzere şimdilik diyebiliriz ki, Dünya Kadın Grevi, kitlesel olarak iş bırakma olmadığı sürece, kapitalizmin kar oranlarını dalgalandıracak, düşürecek bir etki yaratmıyor. Ya da tam olarak yüzyıl başındaki kadın işçilerin tam olarak üretimden gelen gücünü kullandığı kadın işçi grevlerine de benzemiyor, benzetmeye çalışmak zorlamadır. Ama tarihte başka başka alanların grevde buluştuğu kadın eylemleri de vardır; Osmanlı’da ilk kadın grevi olan 1976 Feshane işçisi kadınların eylemi de vardır, İran İslam devriminin kadınlara karşı dinsel baskısına ve hakimlik mesleğinden dışlanmasına karşı, kadın hakimlerin yine 8 Mart’taki grevi de vardır, Flormar da vardır, son yıllarda güçlü grevler yapılan İspanya, Polonya, İzlanda da vardır.
Her bir deneyimi arkamıza alarak, mikropolitik, kimlikçi bir siyasallıktan uzaklaşıp dünya çapında bir kadın siyasetine yönelmek iyidir.
Tıpkı geçtiğimiz günlerde “10YıllıkMeydanOkuma” rüzgarını nasıl arkamıza aldıysak, son yılların canlı kadın mücadelesinin gücünü arkamıza alalım.
Kadın grevi için arkamızda büyük bir kuvvet ve aynı zamanda en az bin nedenimiz var.