“…Daha yavuz bir belge var mıdır ha
Gerçeği ararken parçalanmayı göze almış yüzlerden?”

Ece Ayhan’ın sanki bir ok gibi sorduğu bu soruya cevabım; hayır, yoktur.

Gerçeği arayan herkes bunu bilir, üzerinden tren geçmiş bir metal para gibi olursunuz, yüzünüz, bakışlarınız değişir. Yalan ile riya ile ancak gerçeği çarpıtarak ayakta kalabilen bu düzende, bu çok ciddi bir mücadeledir ve mücadele edenler onun içinde değişir, başkalaşır.

Bize söylenen milyonlarca yalan var, saymakla bitiremeyiz ama bir de büyük yalanlar var. Toplumun bütün güzel şeylerini üretenlere; emeğiyle geçinen %99’a, emekçiyi sömürerek var olabilen %1’in söylediği o büyük yalan, değiştirilmesi gereken en önemli gerçeği “sömürüyü” örtmeye çalışıyor.

Toplumun yarısı olan kadınların, erkekler tarafından ezildiği gerçeğini örtmek isteyen, kadınların yaşadığı gerçeği çarpıtmak isteyen de arkasından geliyor.

Bunları niye anlatıyorum? Önümüzde yine seçimler var, şehirleri kimlerin yöneteceğini seçeceğiz, ilçeleri, mahalleleri…

Oy kullanacakların yarısı kadın ama adayların yarısı kadın değil. Kadın aday oranı toplamda %10 bile değil. Yalan rüzgarı buradan başlıyor: Kadınların aday olmadığı, kendilerinin erkek aday gösterdiği açıklaması çarpıtmadır. Kadın temsiliyeti konusunda sınıfta kalan siyasetler, derslerini iyi çalışmadığı, kadınların önündeki engelleri kaldırıp, cesaretlendirip önlerini açmadığı için sınıfta kaldı. Daha doğrusu o dersi almak da istemedikleri, kendileri de böyle düşündüğü ve gerçekte buna niyetleri olmadığı için çakıldılar.

Ama kadınlar da böyle siyasetleri yere çakmalılar. Çünkü tek mesele şehri kimin yöneteceği de değil en nihayetinde kadın ya da erkek adayın, kadınlar yararına bir programı olup olmadığı önemli.

Ancak kadınlar olarak daha da önemli bir gerçek var:

Biz bu şehirlerde, öldürülenleriz.  

Biz bu şehirlerin en işlek caddelerinde tecavüze uğrayanlarız.

Ulaşım araçlarında tekme atılanlar, işyerinden okula, terapi odasından sokaklara, düşünebileceğiniz hemen her alanda tacize uğrayanlarız.

Biz bu şehirlerdeki yüksek yüksek binalardan aşağı atılan, davası “intihar etti” diye kapatılmaya çalışılanlarız.

Gerçeği aramak neymiş asıl burada görün siz. Giderek artan kadın cinayetleri içinde giderek artan şüpheli ölümlerde hayatını kaybeden kadınların arkasından yakınlarının gerçeği ortaya çıkarma mücadelesinde görün. “Cinayet” gibi korkunç bir gerçeğe kavuşmak için bile mücadele etmeleri gereken o ailelerin yüz ifadelerinde görün. İşyerinin önünde cansız bedeni bulunan, “intihar etti” diye hızla dosyası kapatılan Aysun Yıldırım’ın ailesinin, davanın savcısına en makul soruları sordukları halde alt üst olan yüzlerinde görün. Hayatta kalabilmiş kadınların, yaralı kadınların adliye binalarında yaptıkları o açıklamalarda görün.

Biz bu şehirlerin adliyelerinde, o duruşma salonlarında adalet ararken, yeniden suçlanan, öldürüldüğümüz, yaralandığımız, taciz edildiğimiz halde suçlu çıkarılmaya çalışılanlarız.

Şiddetten kurtulduğumuz bir hayat için çabalarken sığınma evindeysek oy kullanma hakkı engellenenleriz biz. Öldürülmemek için oy kullanma hakkından vazgeçmeye mahkum edilenleriz, şu kısır döngüye bakın…

Biz bu şehirlerde işgücünden bile sayılmayanlarız. İş bulsak en düşük ücretlere, en kötü koşullara mecbur bırakılanlarız. Çalışmak istediğimizde öldürülmek dahil başımıza her şey gelebilenleriz. Çalışma imkanına kavuştuğumuzda çocuğumuz var ise onu bırakacak kreş bulamayanlarız. Çocuğun bakım konusunu çözdük diyelim, biz bu şehirlerde geçinemeyenleriz. Çocuğuna harçlık veremeyenler, kıyafet alamayanlarız.

Evde hasta olduğunda bakım yükü hep bizde olduğundan o hastanelerde sıralarda bekleyenler, doktora kavuştuysak bu sefer de ilaca kavuşamayan, ilacı bulamayan, alamayanlarız.

Biz bu şehirlerin pazarlarında, marketlerinde artık hiçbir şey satın alamayanlarız, geçinemeyenleriz.

Geçim derdi arttığında, kriz ağırlaştığında, hanedeki erkeğin sorun yaşadığı ilk anda bunu bahane ederek üzerine saldırdıklarıyız. Her durumda şiddetin hedefi haline getirilenleriz. Bireysel silahlanma yüzünden neredeyse tüm evlerin yarısına silahların girdiği bu şehirlerde, o silahların namlusunda olanlarız.

Yalnız yaşıyorsak, kapıyı kırk kere kilitleyenleriz. Dünyanın kadınlar için en güvensiz şehirleri arasında sayılan İstanbul başta olmak üzere büyükşehirlerin sokaklarında tedirgin olmadan dolaşamayanlarız biz.

Okullarda, işyerlerinde, camilerde, her yerde -nerede bir kürsü kurulsa orada- hakkında ileri geri konuşulanlarız, erkeklerin hemen her gün hiç hadleri olmayarak hakkında düşmanca konuştuklarıyız.

Biz bu şehirlerde yaşayan nüfusun yarısı olan kadınlarız.

Gerçeklerimiz saymakla bitmez, devamı da var. Elbette seçim dönemi boyunca hiçbirini ihmal etmeden sayacağız, gerçekleri bir bir ortaya dökeceğiz.

Şimdilik diyebiliriz ki;
Öldürülmediğimiz şehirler istiyoruz.
Çalışabildiğimiz şehirler,
Yönetebildiğimiz şehirler,
Geçinebildiğimiz şehirler,
Sokaklarında her saatte huzurla dolaşabildiğimiz,
Mutlu olduğumuz şehirler istiyoruz biz.