Belirsizlikler var, zorluklar var, büyük bir baskı var.
Ama dövüşenler de var bu havalarda…
Dövüşmeye devam edenler.
Kendini yıkmayanlar, öyle mahzun ve kederli olmayı kabul etmeyenler.
Hiç kimseye yüksünmeden kitap ile, iş ile, tırnak ile, diş ile dayananlar var. Umut ile, sevda ile, düş ile.
Fırsatçının, fesatçının, hayının üstüne üstüne yürüyenler de.
Sadece zaferi değil yenilmeyi bile göze alanlar var. Cesaret, sen cehennem olsan bile, fedayı kabul etmektir. Sorun da bu, her şeye hâkim olduğunu sananlar için.

İyi şeyler ölmez, iyi şeylerin soyu tamamen tüketilemez. Büyük ve iyi masallara, güzel gözlü çocuklar hep sahip çıkar çünkü. Büyük ve iyi masallar küllerinden doğar her zaman. Çocukların gözlerindeki ışıltıdan. Masallar o çocuklar için olmuştur hep. Masallar onlara aittir, onlar da o güzel masallara. Dünyanın bütün çocuklarını kazandıkları için büyük ve iyi masallar yenilmez.
O çocuklar, o yapraklar, o şarabi eşkıyalar.
Yürür pervasız ve güzel. Sıradağları devirir, akan suları çevirir, alır yetimin hakkını.
Şan verirler ortalığa bütün bir sonbahar.
Yoksul ve namuslu halkımız için.

***

Sakarya’da bulunan 20 milyar dolarlık Tank Palet Fabrikası Katarlılara satıldı.

Türkiye’nin brüt dış borç stoku 448 milyar dolar dememe gerek yok artık. Ülkeyi bu kadar büyük bir borca batırdıkları için satıyorlar fabrikayı. Bir de sıkılmadan özelleştirme değil “işletme devri” diyorlar. Ama görünen köy kılavuz istemiyor.

Bu kadar yerli ve milli olmaktan bahsedenler nasıl olur da en kritik fabrikalardan birini başka bir ülkenin sermayesine satar. Çok büyük bir krize girmiş durumdalar. Tir tir titreyip, terliyorlar. Çünkü eroine bağımlı olmak gibi dış borca bağımlılar. Türkiye’nin uluslararası ekonomi koşullarında 100-200 civarında olması gereken risk primi 350 puanlarda dolaşıyor. Güven kalmadığı için borç bulacak yer de kalmadı.

Bir ülkenin dışa bağımlı bir şekilde borçlu olması şişede durduğu gibi durmaya devam etmez. Sorun budur. Borçluluk ve üretememek meselesi bütün bünyeye bir hastalık gibi yayılır.

Emekçiler bu hastalığı işsizlik ve enflasyon boyutlarıyla en yıkıcı düzeyleriyle yaşar.Urfa’da dokuz aylık geçici işe bin kişi alınacağı duyuruldu, 44 bin kişi başvurdu. Kura çekimi sonrası 43 bin kişi üzüntüyle evine döndü.

Bu iş nerede yapılabildi? Bir binada değil, bir kapalı spor salonunda değil, bir üstü açık stadyumda. Yani sorunumuz stadyumlar kadar büyük. Futbol izlettirilip avutulmaya çalışılan insanlar o stadyumlarda geleceksizliğinin, yoksulluğunun hüznünü izliyor.

TÜİK yetkililerinin görevden uzaklaştırılması pahasına rötuşlanabilen işsizlik verisinin dahi %11,6 olduğunu söylememe gerek var mı? İstedikleri kadar gizlesinler verileri, yoksul ve namuslu halkımız tribünlerde görüyor her şeyi. Bedeninde hissediyor.

İş bulamayan, çocuğuna palto alacak parayı da bulamıyor. Okul harçlığı verecek parayı da.

Bir emekçi kan ter içinde çalıştıktan sonra, her an işten atılma tehlikesiyle, sendikasız ve grev yapamadan çalıştıktan sonra çocuğuna sarı sıcak bir palto alamıyorsa hayatın neşesi kalır mı? Kalmaz. Çocuğunu güldüremeyen kendi de gülemez.

Yiyecek pahalı, giyecek pahalı, kira pahalı, yakıt pahalı, enflasyon %20,3 dememe gerek var mı?

Bir emekçi bütün bunları neden kabul etsin? Kabul ediyor gibi mi gözüküyor?

Emekçilerin bu koşulları kabul etmediğini, gayruk yeter dediğini, ülkenin gidişatına el koyduğunu herkes görecek. Fransa’da haksızlığa uğrayanlar nasıl kendini gösteriyorsa, Türkiye’de haksızlığa uğrayanlar da kendini gösterecek. Çünkü söylenenlerin aksine burası da biraz Fransa’ya benzer. Bütün ülkelerdeki emek verenler birbirine benzer ve kardeştir. Fransa’da Sarı Yelekliler’in anlattığı hikâye, Türkiye’nin de hikâyesidir.

Anlatılan bizim hikâyemizdir.

***

Devasa artı değer ve dolayısıyla artı ürün işçi sınıfı tarafından üretiliyor ama bunun nasıl kullanılacağına sermaye sahipleri karar veriyor. Bu üretim ilişkisi biçimi toplumsal eşitsizlik, işsizlik, yoksulluk, kriz ve savaş yaratıyor. Doğanın tahrip edilmesine sebep oluyor.

Sermayenin sınıfının kar ve aşırı birikimi yatırıma dönüştürmek için duyduğu sınırsız ihtiyaç, şehri bitmek tükenmek bilmeden yayılan bir kentsel büyümeye kurban etti. Bu yıkım devam ediyor.

Marks ve Lenin yoldaşların gerçek devamcıları olarak hayatın, dünyanın, ülkenin tepeden tırnağa eleştirisini yapıyoruz. Artık üretkenlik dört duvar arasında kalmayacak, davamız divana kalmayacak. Halkımıza ve bütün şehirlerdeki, kasabalardaki, köylerdeki yurttaşlarımıza kökten eleştirimizi aynı zamanda devrimci politik programımızı anlatacağız.
Biz Emekçi Hareket Partililer olarak kabul etmiyoruz ve meydan okuyoruz.
EHP, yerel yönetim seçimlerinde adaylarıyla ve yerel yönetimlerde mücadele ateşini yakan fikirleriyle kendini ortaya koyuyor. Yeni bir dönem başlıyor.
Şehirler işsizlik, yoksulluk, pahalılık yaratanların değil…
Şehirler doğayı yok edenlerin değil…
Şehirler kriz yaratanların değil…
Emek verenlerindir.
 

hakanozturk1871@gmail.com