Ne zaman kadın cinayeti konuşsak, çözüm için sadece “eğitim şart” diyenlere sesleniyorum: eğitimin “yükseği” diye tabir ettiğimiz üniversitede, üstelik Hukuk Fakültesi’nde eğitim alan öğrenci, hocası Ceren Damar’ı, kendi odasında önce darp etti, bıçakladı ve sonra ateşli silahla öldürdü.

Ve hatta ne kadar acıdır ki, Ceren için “eğitim şehidi” diye bir ifade bile kullanılmaya başlandı bugün.

Hiç şüphesiz, cinayet ülkedeki eğitim sisteminin, üniversitelerin, hukuk eğitiminin ve aslında eğitim alan her öğrenci üzerinde doğrudan etkiler yaratan yargının durumunu ortaya çıkarıyor, her yönüyle bir felaketi sembolize ediyordu. Ama en çok da, bu ülkede kadınlara yönelen şiddetin nasıl uç sonuçlara vardığını ve üniversite ortamında da kadın olarak var olmanın ne demek olduğunu ortaya koydu. Ceren’in akıl almaz bir şekilde hayatını kaybetmiş olması ile şiddetin topluma her düzeyde yayılması ve genel olarak “şiddet kültürü” de konuşulur oldu.

Elbette eğitim konuşulsun. Hayatımızdaki ne yana dönersek dönelim –tıpkı MeToo hareketinin ortaya koyduğu gibi- şiddet ve suç karşılaştığımız şiddeti konuşalım. Silahlara kolayca ulaşmayı ve o pespaye diziler sayesinde silahın nasıl da neredeyse bir aksesuar gibi kullanılmaya başlandığını konuşalım.

Her şeyi konuşalım elbette, daha ne olması gerekiyor konuşmak için? Bu hiç yaşamamız gereken acıyı durdurmak için ne gerekiyorsa konuşalım, ne gerekiyorsa yapalım.
Ama hiçbir şey, bu acıyı kadınların yaşadığını, kibritin yanan ucu olan kadınların üniversitede ve her yerde, her gün yüzleşmek zorunda kaldığı patriyarkayı, ezen erkeği, erkekliği ve asıl olarak bunun karşısında yapılması gerekenleri örtmesin.

Ceren, ondan birkaç gün önce vücut geliştirme sporunda uluslararası derecelere imza atan sporcu Pınar Çoban da erkek eliyle öldürülebildiği için öldürüldü. Pınar birçok erkeği fiziksel olarak alt edebilecek kuvvetteydi ama sırf kadın olduğu için, sırf cinsiyeti nedeniyle öldürülmüştü işte.

Kadın cinayeti bu demek işte.

Aynur, bir doktordu. O da, işyerinde çalıştığı ortamda, yanındaki kadın sağlık çalışanının boşanmaya çalıştığı kocası tarafından öldürülmüştü. Ceren, Aynur ve başka birçok kadın arkadaşımız, maalesef ki “tipik” olarak tekrarlanan boşanmak istedikleri kocaları tarafından öldürülmediler ama kadın oldukları için öldürüldüler. Aynur erkek bir hekim olsaydı, Ceren erkek hoca, hayatta olabilirlerdi.

Cinayetin çok yönlü boyutlarını elbette konuşalım ama hiçbir boyut kadınların yaşadığı bu ağır eşitsizliği gizleyemez. Ceren, yıldan yıla artan kadın cinayetleri için bir türlü atılması gereken somut adımlar atılmadığı için öldürüldü. Bu bakımdan örneğin Mülkiyeliler Birliği’nin yaptığı açıklama ve kadınlardan yana açıkça tutum alması örnek bir olaydır:

“Kadınların hem bedensel hem de politik bir kimlik olarak varlıkları hedef alınmaktadır” diye başlıyor. “Kadına yönelik her türlü ayrımcılığın ve şiddetin gündelik pratikler, kültürel kodlar, devlet politikaları ve ataerkil sistemin tüm mekanizmaları aracılığıyla her gün yeniden üretilerek pekiştirildiği bir ülkede, kadınlar var olma mücadelesini çok çeşitli baskı ve şiddet biçimlerini deneyimleyerek gerçekleştirmektedir. Dünyanın hemen her ülkesinde ataerkil sistemin kendisini en vahşi biçimde gösterdiği kadın cinayetleri, Türkiye’de izlenen ayrımcı politikaların bir sonucu olarak en uç noktalara ulaşmıştır” diye devam ediyor.

Buna karşılık Ceren’in hayatını kaybettiği okulu Çankaya Üniversitesi “Toplumların bu tarz şiddet eğilimlerinin, ancak uzlaşma kültürünü yaygınlaştırmayı ilke edinmiş idealist eğitimcilerle çözülebileceğine inanıyoruz… “Eğitim şehidi” Ceren Damar Şenel’in adını ve anısını, Çankaya Üniversitesi var olduğu sürece yaşatacağız”.

Bu nasıl anısını yaşatmak? Uzlaşma kültürü ne demek? Ceren’in ne ile uzlaşması gerekiyordu? Kopya çeken öğrenci ile mi? Erkeklikle mi? Şimdi tüm genç kadın akademisyenlere yakınları “aman kızım dikkat et” mesajları yazarken, genç kadın akademisyenlerden ne ile uzlaşmaları bekleniyor?

Üniversite yönetiminin Ceren’in acılı yakınlarının onun mezarının başında söylediği itidal ifadelerini kullanmaya hakkı yoktur, çünkü ailenin sorumluluğu yok ama okulun var.

Kadınlara “uzlaşma” çağrısı yapmak da kimsenin haddine değil.

Uzlaşmayacağız. Kadınlara açık bir savaş başlatılmışcasına yaşadığımız şiddet ile asla uzlaşmayıp mücadele edeceğiz.

Bu yaşadıklarımızda iyi bir yönünden söz edilemez ama bir tek iyilik varsa o da zaten budur: toplum daha ilk anda doğru tanıyı koyarak “bu kadın cinayetidir” dedi ve günlerdir tıpkı MeToo gibi genç kadın akademisyenler yaşadıklarını anlatıyor. İyi olan bu; asla sessiz kalmayacağız.