Son zamanda özellikle sosyal medyada giderek sık karşımıza çıkan, herkesin kalpler, “like”lar yaparak, bayılarak paylaştığı sözlerden biri “coğrafya kaderdir”. İbni Haldun’a ait olduğu iddia edilen ama aslında Mukaddime gibi kaynaklarda gösterilememiş sözün sahibi bir yana, kastettikleri ile ilgileniyorum. “İnsan yaşadığı yere benzer”e de benziyor ama “kader”den söz etmesi, değiştirilemez bir “mutlaklığa” gönderme yapması, bu dünyayı değiştirmek isteyen hepimize ters. Son zamanda söze artan ilgiyi de, ülkenin gidişatı konusunda kolayca düşülen karamsarlığa bağlıyorum.
Genel bir “zamanın ruhu” halini yansıtıyor ama diğer hepsinden farklı olarak bu söz biz kadınlar için “ölümcül”. Bu yüzden adeta kadın cinayetlerini durdurmak ister gibi, bu sözün yayılmasını durdurmak istiyorum.
Türkiyeli kadınlar, kadın düşmanlığı anlamına gelen “mizojini”nin ilk köklendiği tarihi Akdeniz havzasında doğmuş olmanın getirdiği bütün zorlukları yaşıyor iken başımıza geleni “kader” deyip kabul etmemiz mümkün değil.
Hele ki yıllardır mücadele ettiğimiz bu kadınları öldüren geleneği baş tacı edip ona yaslanan, modern insan aklını reddedip her öldürüldüğümüzde “fıtrat”, “kader” diyen bir iktidar var iken, “coğrafya kaderdir”e bu kadar itibar etmeyiniz arkadaşlar.
Örnekle açıklayacak olursak; son yaşadığımız Sıla Gençoğlu’nun, Ahmet Kural’ın şiddetinden şikâyetçi olup koruma kararı aldırmasının ardından gelen yorumlarda da bunu gördük. Sıla’yı suçlamaya çalışan birçok başka cinsiyetçi yorum yanında masum gibi görünse de, memleketin “geleneğine” vurgu yapan her yoruma, İstanbul Sözleşmesi ve onun yaklaşımına uygun hazırlanan 6284 ile yanıt vermek istiyorum.
Kadınları şiddetten koruyacak mücadele yöntemlerini çok net ve maddeler halinde anlatan, bu konuda şu an dünyadaki en gelişmiş kılavuz olan İstanbul Sözleşmesi’nin birçok maddesi var. Ama asıl özü; felsefesi; temel dayanağında iki mutlak yasak var:
Kadına yönelik suçlar konusunda, “geleneği” dayanak yapmak yasaktır.
Şiddeti “normalleştirmek” yasaktır.
Sonuç olarak bu sözleşmeye ilk imza atmakla övünen iktidar, yargı, kurumlar, tüm toplum geleneğe göre değil modern evrensel hukuk kurallarıyla yaşamalıdır.
Sıla Gençoğlu’nun yaşadıkları için çok üzgün ve öfkeli olmakla birlikte, onun şiddet karşısında susmayan örnek tavrının da önemli konular açığa çıkardığını düşünüyorum. Elbette kadınlar, onu asla yalnız bırakmayacak, en kısa zamanda da şu an haklı olarak bozulmuş olan sağlığına kavuşacak, kadınların dayanışması ile bu erkeklik zilletinin, kadın düşmanı erkeklerin tek tek hepsinin düşüşünü göreceğiz, eminim. Ama başarmak için bazı çıkarımlar da yapmak zorundayız.
Öncelikle Sıla’nın kendisinin de çok yerinde ifade ettiği gibi şiddet sadece onun başına gelmedi. Türkiyeli kadınların en ağır meselesi şiddet, maalesef onun da başına gelince daha görünür oldu. Sıla’nın dik duruşu sayesinde, kadınlar için hayat kurtaran can simidi olan 6284 gündeme geldi, son zamanda neredeyse ortadan kaldırılmak istenen bu yasanın önemi anlaşıldı. Sıla’nın gözleri, şiddet gören tüm kadınların gözleriyle buluştu, başka kadınlar cesaret kazandı.
Öte yandan, şiddeti normalleştirmeye yarayan “coğrafya kaderdir”e benzer klişeler de ortaya çıktı. Şiddeti, “güçlü kadınları kaldıramayan beş para etmez cahil erkek işi”, “eğitim” meselesi, “zihniyet” meselesi, “Sıla’nın bile başına geliyorsa değişmez bir mesele” gibi ele alan her tutum, yukarıda gördüğümüz gibi İstanbul Sözleşmesi’ne göre “yasaktır”. Çünkü gerçekte şiddet bir eğitim, zihniyet vb. başı sonu belirsiz -karşısında ne yapacağımız belirsiz- bir bulut değil, işte Sıla’nın raporlarında apaçık gördüğümüz, her gün öldürülen kadınların cansız bedenleri ile yüzümüze çarpan apaçık bir somut gerçektir. Her “eğitim”, “zihniyet” duyduğumda irkilmemin nedeni budur; bu sözler o cansız bedenleri örtmeye yarıyor sadece… İstanbul Sözleşmesi’nin amacı sorunun örtülmesinin önüne geçmektir. Sözleşme çok nettir. Belirli yetkililere, belirli ve çok somut görevler verir. Acilen politik adım atarak, çözülmesi gereken sorunu örtmeye, çözümden uzaklaşmaya artık yeter, kimse böyle konuşmasın.
Şiddet politiktir; kadınların eşit ve bağımsız varlıklarını politik olarak tanımak-tanımamak seçiminden doğar. Tıpkı Sıla’nın sessiz kalmamayı seçmesi gibi bir seçim. Ve seçimler yapmak, her zaman kan bağından daha güçlü bir bağdır arkadaşlar. Bu yüzden seçimlerimizle, coğrafya kader olmaktan çıkabilir. Kadınlar öldürülmeyebilir, çocuklar istismar edilmeyebilir. Bu memlekette işimiz elbette zor, Sıla’nın yaşadıkları ve ardından yapılan değerlendirmeler bunu da yüzümüze çarptı. Kadınlar için giderek daha da zorlaşıyor ama tarihte kadınların değiştirdiği birçok başka şey de daha az zor değildi. Tarihi Akdeniz havzasının kaderini de değiştirebiliriz.