2002 yılında Bülent Ecevit’in partisi DSP’den ayrılan Hüsamettin Özkan “meğer Vefa sadece İstanbul’da bir semt adıymış” demişti. O bununla, vefasızlık nedeniyle yaşadığı hayal kırıklığını anlatmaya çalışıyordu. Onun bu hatırasından hemen sonra iktidara gelen AKP’nin ise hiç böyle bir derdi olmadı. Biraz değiştirilmiş olarak vefa yerine “güven bir roman adıdır” demeyi benimsedi. “Güven”in sadece bir roman adı olarak kalması ona bir eksiklik gibi gözükmüyordu.

2008 dünya ekonomik krizi sonrası kolayca bulunan kredi kaynakları sayesinde, para sorunu yaşanmıyor gibiydi. İşler 2013’de paranın anavatanı ABD’de bulunmayı tercih etmeye başlamasıyla değişti. Çark kolay ve ucuz kredi olmadan hiç de kolay dönmüyordu artık. 2018 yılına gelindiğinde toplam dış borç 457 milyar dolara dayandı. GSYH da zaten ancak 851 milyar dolardı.

ABD Merkez Bankası 600 milyar doları daha piyasalardan geri çekmeye çalışmasına rağmen, yeniden borç bulmak bir zorunluluktu. Ne var ki kredi kuruluşları epey zamandır verdikleri borçların ödenebileceğinden hiç de emin değillerdi. Borcun ödeneceğine güvenebilme ölçüsünü anlatan risk primi Türkiye için 400 puan civarına geldi. AKP işte şimdi “güven”in kıymetini anlıyor.

Güven için gerçeklikle bağ kurmak gerekir. “Aya dört şeritli yol yapabilirim” demek gerçeklikle bağı hiç dikkate almamak demektir. Hayat bunun acısını çok kötü çıkarır. AKP zihniyeti, önemli olan bir algı yaratmaktır zannediyor. Kriz yok gibi düşünürsen, kriz demekten kaçınırsan kriz olmayıverir. Bir bakanları diyor ki “yaşanan bu sıkıntılar daha ziyade rasyonel değil psikolojik”. 457 milyar dolarlık kaya gibi borç krizine sonradan görme diplomat diliyle “sıkıntı” diyor. Meselenin psikolojik olduğunu tespit etmekten de geri kalmıyor. Ufak çapta beklenti ve algı yönetimi yapıldı mı, iş tamam.

Eğer kriz yok deniyorsa “itaat et rahat et”. Felsefe düzeyi bu.

Nedense o kadar rahat olamadılar. Hatta yerlerinde hiç duramayarak, gidip McKinsey şirketiyle ekonominin kontrol ettirilmesi konusunda anlaşma yapıverdiler. Plan yapılacak ve sonra da o planlara uygun hareket edilip edilmediği sıkıca kontrol edilecek. Gerçekle bağ kurma düzeyindeki hassaslığa bakınız. Soru şu, madem bunun önemini anladınız, kendiniz neden yapmıyorsunuz?

Bir ömür boyu her şeyi “algı” sanmış olanlar, gerçek iktisadi değerlerin planlamasını yapıp, sonuçlarını kontrol edemez. Zaten bu ekolün ağababası Süleyman Demirel de bize “plan değil pilav lazım” şeklinde konuşurdu. Bir, ekonominin planlanıp denetlenmesi konusunda kendilerine güvenemiyorlar. İki, dünyada hiç kimse bunlara güvenmiyor. O nedenle belki McKinsey’e güvenilir de bize yeniden kredi kapıları açılır, diye düşündüler. Düşününüz her gün “eyy Amerika” diyenler, Amerikan şirketiyle anlaşma yapıyor. Ülkeyi ona teslim ediyor. Güvenilmez olmanın aczi budur maalesef.

Bütün bu olan bitene rağmen deniyor ki “bizim IMF’ye borcumuz yok, hatta beş milyar dolar biz verecektik, almadılar”. Söylenen yine bir “algı ayarlaması”. Huylu huyundan vazgeçmiyor. Evet, IMF’ye borç yok ama kamu sektörünün 139 milyar dolar borcu var. Yani toplam dış borcun üçte bir kadarı devlete ait. Bu da zaten ülkedeki iktisadi krizin en önemli boyutlarından başta geleni.

Bu esnada bakıyoruz ki TÜİK Başkan Yardımcısı Enver Taştı görevden alınmış. Neden? Çünkü 12 aylık enflasyonun 24,5 olduğunu açıkladı. O bu istatistiki sonucu açıklamayıp algı yaratmasaydı enflasyon bu kadar yüksek olmazdı. Algı mı enflasyondan çıkar, enflasyon mu algıdan ikileminde AKP zihniyetinin hangisini tercih ettiğini biliyoruz.

Güya McKinsey sonuçları kontrol edecekti. Daha istatistik memurları bile sonuçları açıklayamıyor. AKP enflasyonun gerçekte olduğu gibi ilan edilmesini istemiyor. Çünkü yarın öbür gün ücretler ve maaşlar belirlenirken enflasyon esas alınacak. Yapılmak istenen emeğin hakkını vermeyerek, ücret ve maaşların enflasyon karşısında aşınmasını sağlamak. Kar olunca patrona, enflasyon çıkınca bütün yük işçiye, emekçiye, köylüye.

***

Enflasyon TÜİK yöneticisinin kellesine rağmen açıklansa da gölgede kalan bir başka yön var. Tüketici enflasyonunun yüksekliğine rağmen, %46,2 oranında ortaya çıkan çok daha yüksek üretici enflasyonu. Üretici enflasyonu şu anda sadece ertelenmiş tüketici enflasyonu olarak pamuk ipliğine bağlı bir biçimde duruyor. Kapanan makas tüm toplumu kesiyor olacaktır. Bakan Albayrak firmalara yüzde 10 indirim yapın diyor. Gelgelelim elektriğe evlerde %45, işyerlerinde %72 zam yapan devlet olarak bir indirimden hiç bahsetmiyor.

Durum bu kadar kötü mü? Ücretler, maaşlar aşınıyor mu? Halkın alım gücü düşüyor mu?

Bunu biz değil, AKP’nin has adamı MÜSİAD Genel Başkanı Abdurrahman Kaan cevaplıyor. Türkiye’nin hiç olmadığı kadar cazip bir ülke haline geldiğini savunarak “elinde 40 milyar doları bulunan bir grup gelse Türkiye’deki şirketlerin dörtte birini satın alabilir” diyor. Kendi ülkesinin varlıklarının ve parasının değerinin yitip gitmesinden pişkince bahsediyor. Türkiye’de işçinin ücreti de, ülkenin varlıkları ve parası da hızla değersizleşiyor. Doların bir önceki yıl sonuna göre %57,7 yükseldiğine tanık oluyoruz. Bunun gizlenip algılattırılacak bir tarafı yok. Asgari ücret yılın başında 425 dolarken, şimdi 246 dolara düşüyor. Yarı yarıya kaybediyoruz her şeyimizi.

Isparta’da, Kredi Yurtlar Kurumu’na 57 daimi işçinin alınacağını belirten kadro ilanına 2 bin 977 kişi müracaat ediyor. Üzücü olan şu ki, 57 kişilik kadroya 50 katı insan başvuruda bulunuyor. Mülakat sınavına katılacak adaylar, noter huzurunda yapılan kura çekimiyle belirleniyor. Her koşulda çoluğunu çocuğunu geçindirmek zorunda olanlar kurayla seçiliyor. Çin’de işsizlik %3,8, Bulgaristan’da %5,6, Meksika’da 3,5, Azerbaycan’da %5, ama bizim ülkemizde %10,2. TÜİK yeterince yüksek motivasyonla iş aramıyor olduğu için 2,3 milyon insanı işsiz dahi saymıyor. Hatta bu konuda acımasız bir tabiri var “iş bulmaktan ümidini kaybetmiş olanlar”. Onları da dahil edecek olursak işsizlik oranı %16’ları buluyor.

Veriler bunlar, haberler bunlar, gerçekler bunlar. Kimse halüsinasyon görmüyor. Kimse ruh çağırmadı. Kimsenin algılama bozukluğu yok. Manzara bu. Büyük bir krize girdiğimizi gözbağcılık yapmaya çalışanlar hariç herkes görüyor. Algı değil ülke gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Sorun var, çelişkiler var, hatta uzlaşmaz çelişkiler var.

Sıkıntı değil kriz var.