Adı “Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığı” olan yeni bir bakanlığımız var. Hayırlı olsun diyemiyorum çünkü kelimeler, kavramlar öyle durduk yere, hiç emek vermeden var olmaz. Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz ama yokluğuna alışamayacağımız İskender Savaşır hocamızın dediği gibi “kelimelerin bir ana yurdu” vardır. Arkalarında insanlığın deneyimleri, tarihsel bilgi vardır. O yüzden bir toplumda kurumların nasıl adlandırıldığı, o toplumun nasıl yönetildiğini anlatır…
Şimdi; “yeni” olduğu iddia edilen bu bakanlık, önce etimolojik olarak ne ifade ediyor bakalım. “Aile” ve “Sosyal Politikalar” Bakanlığı ile “Çalışma” ve “Sosyal Güvenlik” Bakanlığı birleştirildi, sonra böyle adlandırıldı. Düşen kelimelere bakıyoruz:
1. Sosyal Politika
2. Sosyal Güvenlik
Bunun anlamı, yalnızca kadınların talebi olan “Kadın Bakanlığı” ihtiyacının yok sayılması değil. Bunun anlamı tüm toplumun gerçek anlamıyla sosyal haklardan mahrum edilip, ailelerin kadın, erkek, çocuk – tüm üyeleriyle “çalışmaya” ve “sosyal hizmet” başlığı altında sadaka gibi yardımlara mecbur ve mahkûm edileceği bir gelecektir.
Kadınlar için ise, bizi bekleyen sadece yaşadığımız ateşten sorunların gerektirdiği kendimize ait bir bakanlığın kurulmayışı değil, başka bir gerçeklik.
Elbette öncelikle kadınların sesi her gün ölümle kesilir, memleketin her yerinde cansız çocuk bedenleri bulunur iken “Kadın Bakanlığı” ve “Çocuk Bakanlığı”nın, “su içmek” kadar temel bir ihtiyacımız olduğu yok sayıldı, ilk madde bu. Kadınlar ve çocukların, hakları olan ayrı- müstakil varlıklar değil sadece aile içinde; kadınlar “makbul” ve çocuklar “itaat eden” olduğu sürece var olabileceği teyit edildi.
Ama ötesi var: Daha önce sırf adından “kadın” ibaresinin kaldırılmasıyla, kadın cinayetlerinde artışın yaşandığı eski haliyle “Aile Bakanlığı” dediğimiz mefhum neden başka bir bakanlık ile değil de “Çalışma Bakanlığı” ile birleştirildi?
(Bu noktada ilkine sadece Diyanet ile işbirliği içinde sosyal yardım ve mevlit icra ettiği ve sosyal politikayı gereği gibi yerine getirmediği için anmıyor; “Aile” diyorum. Aynı şekilde diğerine de, ülkemizde Sosyal Güvenlik olmayıp yerine Soma nezdinde işçi katliamları olduğu için, güvenlikten söz edemiyor, sadece “Çalışma” diyorum.)
Neden Çalışma Bakanlığı seçildi? Sorusuna şöyle cevap verilebilir;
1. Sosyal yardım ve sosyal güvenlik gibi insanlığın eşitlik lehine kazanımlarına bile tahammülü olmayan, bu temel hakların sadaka gibi yardımlar olarak çarpıtılması,
2. Kadınlar ve işçiler her gün öldürülür ve ölümler fıtrata bağlanırken, bu tutumun artık yasal karakter kazanması,
3. Kadınların çalışma hayatına dahil olmasının erkeklerin izin verdiği ölçüde -sembolik ifadesini kadın tiyatrocuları sahneden indirmede bulan tarzda- “makbul kadın” olmakla ancak mümkün olması,
4. Bir süredir geçerli olan “süt izni”, “doğum izni” gibi kadınlara müjde olarak sunulan ama arkasında “aile ocağına” döndürmenin yattığı uygulamaların daha kolaylıkla, uyum içinde gerçekleştirilmesi,
5. Kadınları çocuk doğurmaya zorlayan pronatalist nüfus politikalarının devletin resmi ideolojisi haline getirilmesi,
6. Yani geleneksel-cinsiyetçi işbölümü ile eskiden hiç değilse söylemde uğraşırken bunun bile devletin söyleminden kaldırılarak tam tersinin özendirilmesi,
7. Bunun sonucunda “aile ocağına” dönen kadınlara günümüz kapitalizminde sayılacak temel tüketimlerin -mesela bakım hizmetleri- tümden kadınların üstüne yıkılması,
8. Bütün bunlar ekonomik krize ramak kala koşullarda gerçekleştiği için, kriz koşullarında hanenin ihtiyaçları için eve dönmenin bile lüks olabileceği düşünülünce, geniş emekçi kadın kitlelerinin esnek, güvencesiz, çok kötü şartlarda çalışmaya razı edilmesi, bu yolla iktidar içinde sorun olan kadın istihdamı artsa bile, bunun asla tam istihdam ve güvenceli çalışma olmaması,
9. Sonuçta iş bulabilip çalışan kadının işyerindeki, çalışamayan eve dönenin evdeki patriyarka boyun eğmesi,
10. Bütün bu saydıklarımdan; herşeyden mahrum bırakılan kadınların ise o sadaka gibi sosyal yardımlar için “kurbanlaştılması”… İşte yeni kurulan bakanlık ile bunlar hedefleniyor, bunlar yasalaşacak.
Sonuçta “iş ve aile yaşamını uyumlaştırma” diye kadın hareketinin son 30-40 yıldır önerdiği metodun tam tersine çevrilmesiyle karşı karşıyayız. Öneri, kadınların çalışma yaşamında eşit var olmasını sağlamanın gerçek yolu olan, bakım yükünün paylaşılması, her işyerine kreş açılması, devletin kadınların güçlenmesini sağlayacak görevlerini ifade ediyor. Ama bizim karşımızda -tarihte daha önceki kadın düşmanı rejimlerde olduğu gibi- önermenin tam tersine yorumlandığı bir gerçeklik var. Hatta bu mizojin rejimlerde, meslek sahibi kadınlara o mesleklerin -örneğin doktorluk, mühendislik gibi- yasaklandığı da olmuş. Bizde henüz oraya varmadı ama kadınlardan her kademede “fıtrata” uygun davranmalarını isteyecekleri neredeyse kesin. Yeni bakanın ilk açıklamasının “beni kardeşiniz, ablanız, anneniz sayın” demesi de bunun işareti. Kadın bağımsız, ayrı bir bireydir, niye bir bakanı feodal bağlarla tanımlayalım ki? Hoş, yeni bakan, kendisi tersini düşünse; hatta feminist olsa bile yapı böyle kurulunca, kadınlar için yapacakları sınırlanıyor. Çünkü bu yapıda ne kadının adı var, ne eşitlik var, ne de haklar var…
Kadın düşmanı bir rejim için mükemmel bir plan, öyle mi? Bir taşla çok kuş…
Ama gerçek şu ki;
Mükemmel plan yoktur.
Bütün planlar bozulabilir.
Tıpkı Ceceli’nin herşeyi ayarladım sanır iken rezil rüsva olması gibi, bu bir tür tretmana benzeyen sadece “çalışma ve aile var, kadın yok, çocuk yok, başka da hayat yok” komutunu, yine kadınlar bozabilir.
Yeter ki, ne olmakta olduğunu araştırıp yorumlamaktan kaçınmayalım ve mücadele edelim. Ceceli’nin rezil planını bozduğumuz gibi, bu planı da bozabiliriz arkadaşlar.