“Nerde kalmıştık?” diye bir hava var. Bir solcu olarak, kültürel çalışmalara, mahalli çalışmalara ya da yüksek siyaset olmayan çalışmalara devam edeceğiz. Hiçbir yerde kalınamaz. Hayat akıp gider.
Oysaki el atmamız gereken birçok mesele var. Hepsi hareketli zeminde. Durum satranca bile benzemiyor, futbola benziyor. Uzun uzun düşünüp taş oynayacak vakit yok. Her an koşuyorsunuz. Koşarken doğru hareketler yapmak zorundasınız. Futbol zaten herkes koşarken oluyor. Koşmanın bittiği zamanlarda futbol bitmiş demektir. Maç bittikten son “hah şimdi çok iyi futbol oynarım” dememiz anlamsız.
Bir maç aleyhimize bitti maalesef ama koca bir ligin içindeyiz. “Son çıkış” diye bir dramatizasyon hiç gerekli değil. Arayış içerisinde olan için her zaman bir çıkış süreci vardır. Arayan belasını bulur ve fakat Mevla’sını da bulur her zaman. Biz yeterinde belamızı bulduk. Aramayı sürdürürsek Mevla’mızı da bulabiliriz diye tahmin ediyorum.
Steve McQueen’in, Büyük Firar filminde bir kaçma girişiminden sonra yakalandığı bir sahne var. Orada hücresinde oturur ve elindeki topu karşı duvara atıp tutmaya başlar. Sakin sakin bunu yapmayı sürdürdüğünü izleriz. Yeni bir kaçış planı yapıyordur. Kaçmaya çalışırken yakalansanız dahi, eğer ölmediyseniz, yeni kaçış planınızı yapmaya başlarsınız. McQueen gibi, topu duvara atıp tutmanın tevekkülüyle.
Şimdi topu atıp düşünelim.
Yaygın bir efsane var. Deniyor ki, çok geniş anlamıyla yüzde otuz sol vardır ülkede, yüzde yetmiş de sağ. Bu bloklaşma yerinden fazla oynamaz. Birincisi ayrışmayı sol ve sağ olarak tanımlamanın gereği yok. Zira sabit bir sol ve sağ blok oluş bulunmuyor aslında. Konjonktürel sorunlara göre bir daha demokratik seçenekleri savunanlarla, savunmayanlar arasında bir gerilim var. Bunun aktörleri her seferinde değişebiliyor ileri sürülen efsanenin tersine. En son seçimlerde cumhurbaşkanının seçilmesi için %52 oy verildiyse geri kalan toplumsal kesimler de buna oy vermediler. Toplumun yarısı öbür yarısıyla bir politik gerilim içerisinde demektir bu. Sonuç olarak bloklaşma değişmiş durumdadır. Değişebildiği izlenebilmektedir.
Melih Pekdemir ağabeyim, Anne Bak Kral Çıplak kitabında “siyaset bir konjonktürde yapılır” diye yazmıştı. Bu ele alışın, Lenin’in “somut koşulların somut tahlili” yaklaşımından yola çıkılarak siyaset yapılmasını ileri sürmesine paralel olduğunu düşünüyorum. Siyaset somut koşullarda, somut tahlille ve somut bir konjonktürde yapılır. İşte o konjonktürde her şey hercümerç olabilir. O hercümercin gücüne karşı bütün gerici ideolojik kuşanmalar dayanıksız kalacaktır.
Bütün bunları bloklar değişmez diyenlere karşı söylüyorum.
Değişmezse bu ne?
HDP %6’lık oy bandından %12-13 gibi oylara ulaşmış durumda. Muharrem İnce %30,6 oy aldı. AKP’nin oyu %7 civarında düştü. Saadet Partisi ve İyi Parti bir tür taraf değiştirdiler son saflaşmada.
Şimdi bu tabloya karşı birincisi şöyle bir yaklaşım var: “efendim, bu oylar şu oylar emanet oydur.”
Bütün oylar emanet oydur. İnsanlar ve toplumlar karar değiştirir, eğilim değiştirir. Parlamentodan yana olanlar ve güçler ayrılığı prensibini savunanlar, diğer kesime karşı tutum geliştirebilir. Bunların içinde sağcı bilinenler de olur, milliyetçi bilinenler de, muhafazakâr bilinenler de. Sağcılık, milliyetçilik, muhafazakârlık sabit bir varlık özelliği değildir. Sol bunu esas kabul etmez. Sol için esas olan tüm bu toplumsal kesimlerin sınıfsal kökenleridir. “Hayır, sağcı sonuna kadar sağcıdır” denilse dahi sol için bu lafügüzaftır.
Dün milliyetçi olanlar, sonraki günlerde Gezi direnişine katılabilir. Dünün dindarları başkanlık sistemine karşı çıkabilir. HDP’ye çok kızan laikler, ona oy verebilir. Bütün bunlar değişir.
Zaten asla değişmeyecek, hep sosyalizmden yana olacak bir halk yeryüzüne asla gelmeyecektir.
İnsanlar işçi oldukları için hemen sosyalizmi benimsemez. Köylü oldukları için derhal toprak reformu istemezler. Kadın oldukları için kolayca kadın kurtuluş mücadelesine katılmazlar. Olayların gelişim seyri içinde, onların kendi öz deneyimleri ve özel tarihsel koşullar onları o bilinçlenme seviyesine çıkarır.
Bunu her seferinde unutup, umutsuzluk havuzuna dalmanın alemi yok.
Sorunları sınıfsal açıdan değerlendirme yaparak ele almanın önemli bir yönü budur.
Eğer marksist isek, maddeciysek, sınıflar kategorisinin belirleyici olduğunu temel alıyorsak yorumlama tarzımız bu yönteme yakınlaşacaktır.
Sol olarak, oy veren blokların, kitlelerin, sınıfların hareket etme, yön değiştirme davranışlarına aşina olmak zorundayız. Topluma ve doğal olarak gerçeklere dayalı bir büyük siyasal değişim ancak onların tutumlarındaki farklılaşmalarla ortaya çıkabilir.
Sosyalizm kitlelerin tercihleri ve eylemleri üzerine yükselir.
Ona ulaşmak üzere, gözümüzü bir an bile kitlelerin davranış eğilimlerindeki değişikliklerden ayırmadan yürümeliyiz.
Bu, önümüzü açabilecek imkanları yakalayabilmenin hayati yöntemidir.