24 Haziran seçim kararının başta anayasaya aykırı haliyle, antidemokratik yapısı nedeniyle toplumu zora sokacağını öngörüyorduk ama süreç ilerledikçe bu zorluğu birçok yönüyle bizzat yaşıyoruz. Adaylar arasında adil bir seçim yarışı olmadığı gibi cinsiyetler arasında da adil yarış yok;  aday listelerindeki kadın oranının azlığı haklı bir tartışma ve eleştiri yarattı.

Kadın temsiliyeti konusunda tüm partiler eşit değil, örneğin HDP açık bir fark yaratıyor ama sonuçta genel olarak kadınların siyasi temsilinde eşitlikten yine uzak kaldık. Oysa seçme-seçilme hakkı bir bütün ve bizim bu hakkı hakkıyla kullanabilmemiz için seçebildiğimiz oranda seçilebilmemiz de lazım.  Üstelik son dönemde kadınların ülkedeki temel toplumsal sorunlarda umut veren mücadele gücü olduğu düşünülünce olması gereken tam tersine kadınların önünün açılması, kadın adaylarda artış yaşanmasıydı. Peki neden yine bu noktadayız? Ne oluyor da böyle oluyor?

Rivayet muhtelif…
Aslına bakarsanız erkekler, tıpkı oy kullanma hakkımızı vermemek için nasıl haddi hesabı olmayan bahaneler öne sürmüş ise, benzerlerini aday olmamamız için kullanıyorlar. Yüzyıl önceki gibi “siyasetin kadına yakışmadığı”, “annelik ve bakım gibi “asli” görevlerini unutturacağı”, “bir kadının erkekleri temsil edemeyeceği” gibi kadın düşmanı görüşler açıktan öne sürülemiyor. KADEM gibi iktidara yakın kadın örgütleri bile kadın adaylar için kampanya yapıyor, isteseler de istemeseler de kadınların varlığını kabul etmek zorunda kalıyorlar. Kadın mücadelesinin kazanımları olan bu ilerleme iyidir ancak ayrımcılık içten içe devam ediyor ki sonuçlar böyle…
Kadın Adaylar İçin Sık Kullanılan Klişeler
Bugün adaylıktan elenmemizde, seçilemeyecek sıralara itilmemizde ve devamında en sık karşılaştığımız klişeleri -yıkmak üzere- şöyle sıralayabiliriz:
—Kadınlar siyasetle erkekler kadar ilgilenmiyor klişesi: Kadınlar siyasetle ilgileniyor hele ki Türkiye’nin son döneminde siyasetle kaplanmış vaziyetteyiz. Ayrıca kadınlar önleri açıldığında adaylık önerildiğinde sıcak bakıyorlar. Ve erkeklerin de siyasetle ilgilenmeyen bir oranı olduğu halde, neden bizim kadar az temsil edilmedikleri sorusu ortada duruyor. Daha da önemlisi diyelim ki ilgilenmiyoruz. O zaman da bunun nedenleri ortada duruyor: erkeklerin üzerimize yıktığı milyon tane iş yüzünden engelleniyor iken, kadınlara kolayca ilgisiz demek, kadın katili erkeklerin öldürdükleri kadını suçlamalarına benziyor.
—Toplum kadın siyasetçiye hazır değil klişesi: Seçmenlerin kadınlara güvenmediği bahanesi her şeyden önce mantıksız çünkü seçmenin en az yarısı kadın ve kadınları destekleyen partilerin kadın seçmende umut yaratarak destek aldığı defalarca deneyimlenmiş durumda. Buradaki asıl korku şu; yüzyıllara yayılan bir mücadeleyle çok bedel ödeyerek elde ettiğimiz oy hakkımızı kendimiz için kullanıyoruz elbet. Yıllar içinde kadınlarda böyle bir bilinç oluşmuş durumda. Nitekim son dönemde Türkiye’de kadınların, en çok kadın örgütlerine güvendiklerini gösteren araştırmalar da var. Erkeklerin korkusu bu açıdan boşuna değil.
—Yeterince donanımlı kadın aday bulmak zor klişesi: Burada kastedilen donanım genelde eğitim oluyor ama biliyoruz ki diploması bile olmayan erkekler seçilebiliyor. İşin aslı genel olarak kadınlarda aranan “nitelikler” nedense erkeklerde aranmıyor? Öte yandan eğitimli kadın az ise sorumlusu da kadınlar değil. Sonuç olarak eğitimli ya da eğitimsiz kadınların önü açılıp desteklendiklerinde birçok göreve aday olduklarını ve seçildiklerinde bu görevleri erkekler kadar hatta daha iyi yerine getirdiklerini de görüyoruz.  
—Seçim sistemi elverişli değil klişesi: Daha “teknolojik” erkekler seçim tekniklerini de dile getirebiliyor. “Nispi temsil” seçim sisteminin kadınların seçilebilmesi için daha elverişli olduğu gibi… Evet, kadınların temsilinde ilerlemiş ülkelerde gerçekten de böyle sistemler var ama en nihayetinde esas mesele politiktir. Politik güçlü bir irade olduğu sürece her sistemde kadınlar güçlü biçimde siyasete katılabilir.

Klişeler daha uzar gider ama gerçekler başka: kadınlar erkeklerin ve dünyanın yükünü taşımak zorunda ve siyasette güçlü var olabilmek için zaman, para, eğitim, güç gibi son derece kritik gıdalardan mahrum bırakıldığı için böyle. Bu gerçek ya hiç görülmediği ya da görülse bile bu kadar yükün bir tanesi bile dostça bir yaklaşım ile paylaşılmadığı için böyle.
Kadınların Üretimden ve Yeniden Üretimden Gelen Gücü  
Oysa kadınların elinde, erkeklerde olmayan büyük bir kuvvet var. Çalışıyorsak üretimden gelen gücümüzün, çalışmıyorsak da yine emek harcadığımız için yeniden üretimden gelen gücümüzün, erkeklerde olmayan tarihsel olarak bizim mecburen kazandığımız yeteneklerimizin; birçok işi bir arada yürütebildiğimizin ve gözü pekliğimizin farkında olalım. Mesela yüz yıl önce oldukça yasalara uygun başlayan oy hakkı mücadelemizin bir yerinde “temsil edilmeyenden vergi alınmaz” diyerek eylemler yapmışız. Sonra erkeklerin “sizi kocanız ya da babanız olarak ben temsil ediyorum, ayrıca oy kullanmanıza gerek yok, bu size yeter” düşüncesinde delicesine ısrarı bizi çok daha sert mücadelelere sürüklemiş. Bugün de tek bir erkeğin bile koltuğu bırakmayıp delicesine ısrarı devam ederse  “eşit biçimde aday gösterilmeyen kadınlar vergi vermez“ diyebiliriz. Ya da yeniden üretimden gelen gücümüzü kullanabilir, kadın grevini böyle zamanlarda da yaparak dünyayı da durdurabiliriz. Öyle ya da böyle bize yeni yollar lazım; mesafe kat etmiş ülkelerin neler yaptığına bakarsak –ki bunlar arasında sadece İskandinav ülkeleri, Avrupa ve Batı toplumları değil Uganda ve Hindistan’ı da saymak isterim- iki temel yol görünüyor: kadınların siyasi temsilde eşitliği için yasa ya da siyasi partileri içeriden değiştirmek.

Biz her ikisini de bir arada istemeye ve mücadeleye devam etmeliyiz çünkü partiler CHP’ de olduğu gibi kota kararı olsa bile bunu ihlal edebiliyor, yasa şart. Öte yandan eşit temsil yasası elde ettiğimiz durumda da uygulanması için siyaseti içeriden değiştirmek şart. Ve bunları hiç de uzak hedefler olarak görmeyelim; oy kullanmamızın akla bile getirilemediği bir zamandan bu günlere geldik, daha ötesine de mutlaka gideriz.
Kadın Bakanlığı’ndan Başlayalım
Kuşkusuz siyasi temsilde eşitlik eşitliğe uzanan yol oradan başladığı için köşe taşı niteliğinde ama seçimleri kadınlar açısından değerlendirmenin tek ölçüsü değil. Tıpkı seçme seçilme hakkı bir bütün olduğu gibi; siyasi temsil de arkasındaki kadın programıyla bir bütün oluşturuyor, güçlü kadın programları ile tamamlanması şart. Ayrıca her seçim döneminde seçim kampanyalarının nasıl yürüdüğü, kadınların sadece sahada seçim çalışması yapan kuvvet değil, fikri olarak da aktif özne olup olamadıkları önem taşıyor. 24 Haziran’a bu yönleriyle baktığımızda da olumlu olumsuz birçok yön görüyoruz.

AKP bildirgesi genelde yeni bir şey söylemediği gibi kadınlara da söylemiyor, çok zayıf olan kadın bölümünde daha önceki vaatler neredeyse aynı sözcüklerle tekrarlanıyor. Saadet, MHP, İyi Parti’de de kadınlar için dikkat çeken önemli bir yön yok. CHP’nin ve HDP’nin ise daha kapsamlı ve gerçekleşebilir ise kadınlar için çok olumlu değişiklik yaratacak maddeleri var. Bildirgeleri bütün yönleriyle ele almaya daha sonra devam etmek üzere içlerinde en önemli bulduğum Kadın Bakanlığı üzerinde durmak istiyorum. Çünkü diğer bütün kazanımlarımızın önünü açacak olan önce kendimize ait bir teşkilatımızın; Kadın Bakanlığımızın olmasıdır. İkincisi çok gündeme gelmeyen önemli başka bir sorun var; bizim adından kadını çıkardıkları için kabul etmediğimiz Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın bu haliyle bile kalmayıp Aile ve Toplum Bakanlığı’na dönüştürülmesi söz konusu.  AKP’nin kazanırsa yapacağı işlerden biri olan yeni bakanlıklar, bakanlık birleştirmeler içinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı da “İş Hayatı ve Güvenliği Bakanlığı” olacakmış. Takdir ederseniz ki bunlar basit bir sözcük değişikliği değil; iktidarın sosyal hakları, güvenceyi ve bu dolayımla demokrasiyi temsil eden “sosyal”liğe tahammülü yok, olduğu kadarını bile kaldırmayı planlıyor.

Kadınlar kime ve neye oy vermeyeceklerini iyi biliyorlar ve bu yönde çalışmalarda başladı. Şimdi neye oy vermeliyiz konusunda da somut bir ölçü var: Programında kadınlar için kilit rolde olacak Kadın Bakanlığı diyenlere oy vermeli, bakanlığımızın olması için çalışmalıyız.  Bu noktada kadın adaylar ve programlar konusunda yaşanan hayal kırıklığı ile ilgili bize de bir pay düşüyor. Merkezi siyasete katılımı ihmal etmemeliyiz. Kadın temsiliyetinde ilerleme kat etmiş ülkelerde sadece seçim sistemi değil feministlerin merkezi siyasete katılımı ve merkezi hedefleri gündemde tutmaları ve bu konuda kendi görevlerini yerine getirip ellerinden geleni yapmaları da önemli etkendir. Kuşkusuz bizde de KADER gibi örgütlerin deneyimi önemlidir ama onun çabasının da boşa gitmemesini sağlayacak yegane yol, Türkiye kadın hareketinin önüne merkezi hedefler ve program da koyarak, bu hedefler için ittifaklar kurarak ve ülke sathında güçlü biçimde örgütlenerek bu özgüvenle yürüteceği politik mücadeledir.
24 Haziran seçimlerinde ve seçim sonrasında Kadın Bakanlığımız için mücadele, inanın bize sırf bizim sorunlarımızın çözümü için çalışacak bir teşkilatı güle oynaya kurmayı getirecektir.