Kazanacağız deyip sırtımızı arkaya yaslamamız gerekmez.

Bütün büyük savaşlar zor kazanılır. 1917 Şubat devriminde burjuvazinin ve çarlığın temsilcisi konumunda olan Duma Geçici Komitesi’nin ödü patlıyordu. Aslına bakarsanız derinden derine iktidar ellerinden kayıp gitmişti. Petrograd’daki her şeye neredeyse Sovyet karar veriyordu. Buna rağmen işçi sınıfının ve askerlerin temsilcisi olan Sovyet Yürütme komitesi de hiç rahat değildi. Yapacağı hamlelerle ve isteyeceği haklarla ilgili olarak tereddütlüydü. İki komitenin karşılıklı olarak yaptığı görüşmede, istenen haklar sıralandığı zaman burjuva tarafın bir numaralı adamı, liberal tarihçi Milyukov’un yüz çizgilerinde büyük bir hoşnutluğun işaretleri belirdi.

Başarılı olmuş ve en sonunda çarlığı yıkmış bir devrim bile anlatmaya çalıştığım gelgitlerle geçirdi günlerini. Dengelerin her an değişebileceği bir süreç yaşandı.

Zafer kazanmak kolay değil ama kazanılabilir.

*

Siyasal İslamın en şanlı günlerini yaşatıyor gibi gözüken Erdoğan aslında durumu bambaşka bir yere doğru taşıdı. Sürekli dile getirilen ülkenin yüzde yetmişi sağ yüzde otuzu “sol”dur denklemi ciddi şekilde değişti. Uzunca bir süredir bir yüzde ellinin diğer yüzde elliyle ne yapacağını konuşuyoruz.

Bu yılların mücadelesinin yarattığı bir değişim olarak kabul edilmeli. Gerilimler ve çözülmeler birikti ve mevcut durum oluştu. Saray çizgisi çok büyük kazanıyor olduğunu sanıyorken derinden derine kaybetti ve eridi. Dayanmak istediği en önemli temelden şu anda yoksun.

Erdoğan en iddialı olduğunu ileri sürdüğü, yere göğe sığdıramadığı seçimler konusunda artık muazzam gerilemiş bir halde. Şöyle ki gerçekten demokratik bir seçim gerçekleşse, seçme ve seçilme hakkı herkes tarafından serbestçe kullanılabilse, propaganda yapabilme olanakları herkes için eşit olsa Erdoğan gireceği herhangi bir seçimi açık farkla kaybeder.

Şu anda herkes bir baskı sopasının ucunda hareketsiz bırakılmaya çalışıyor ama bu ilanihaye mümkün değil. Memleketin çehresi değişiyor. Nesnellik muhalefetten yana işliyor.

*

Türkiye’de uzunca bir süre politik program ileri sürmek önemsenmemişti.

Selahattin Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı adaylığı ve HDP’nin genel seçimlere bir parti olarak giriyor olması manzarayı kökten değiştirdi. Artık bir parti vardı, o partinin temsilcileri vardı ve o partinin ilan ettiği bir politik program vardı. Bu program doğası gereği ülke çapında ve çok yönlü oldu.

Başarıyı bu getirdi ve en sonunda HDP yüzde on üç oy aldı.

O nedenle HDP ülke çapında, ekseni olan, katmanlı, çok yönlü bir politik program ileri sürmekten asla geri durmamalıdır. Böyle bir politik program onun en kritik teçhizatıdır. O teçhizatla yatıp o teçhizatla kalkmalıdır. O teçhizatı öğrenebilmenin ve sonra kullanabilmenin yolu budur.

Politik program, politik tartışma ve politik akıl bir kenara bırakılmaya başlandığında, hem kısa hem de uzun vadede bunun çok büyük sonuçlarıyla karşılaşılacaktır ister istemez.

Son dönemde bir eğilim olarak görüldüğü üzere HDP’nin kendisinden bir politik özne olarak değil de, matematiksel hesaplamalarda dikkate alınması gereken kalem gibi söz etmekten geri durması daha yerinde olur. Böyle bir hatalı ilerleyiş zaman içinde HDP’nin politik ağırlığını azaltır.

*

Bu konuda Muharrem İnce’nin adaylık sürecinde politik meseleleri ele alış şekli son derece yerinde gözüküyor. İnce CHP’ye kamuoyu önünde sorulabilecek bütün soruları kamuoyu önünde alıyor. Soruların hiç birini mümkün mertebe taca atmıyor. Bütün soruları ve sorun alanlarını göğsüne almaktan sakınmıyor. Soruları herkesin önünde tartışıyor ve cevaplamaya çalışıyor. Tartışmak ve cevaplamak zorunda. Eğer cumhurbaşkanlığına adaysanız bu ülkenin bütün sorularını cevaplamaya adaysınız demektir. Bundan kaçınamazsınız. Bütün sorular ve sorunlar en beter yapışkanlığıyla sizi kovalar. Bunlardan bazı manevralar yapılarak sonuna kadar kurtulmuş olunamaz.

Bir CHP’liye elbette ki “Başörtüsüne ne diyorsun” diye sorulabilir. Soruluyor zaten. O da “Nerede takarsan tak” diyor. Konu kapanıyor. Bu herkes için geçerlidir.

Çok iddialı bir marksiste de büyük ihtimalle “Sosyalizm çökmedi mi zaten?” diyeceklerdir. Buna şaşırmak, buna hazırlıksız yakalanmak için hiçbir neden yok.

Kızmaya da gerek yok.