Bütün tarihsel gelişmeler mevcut iktidarın işine yarayacaktır diye bir varsayım ileri sürülemez. Onlar için de düşeş atmak kolay değil. Mevcut iktidarlar da bazen çiçek açıp bazen solarlar. İşte şimdi soluyorlar. 

Ne yapıp edip üste çıkamazlar her daim. Bu sadece moral bozukluğu içerisindeki muhaliflerin olaylara yanlış bakış açısı. Muhalifler çok çabuk pes edip, sözüm ona ilerde zaten oluverecek muhteşem değişimlerin kalelerine çekiliyorlar. Sadece öfkeli ve küsmüş bir konumda kalmak eğilimindeler.

Saray rejimi için kötü günler başlıyor. Her aşamada galip gelmekten başka hiçbir şansı olmayanlar için zor zamanlar geldi çattı.

Büyük konuşmalıyız

Hem dünyada hem de ülkemizde büyük ve önemli olaylar gerçekleşebilir. Bizler bu konular üzerine kafa yorup, bu konular üzerine konuşabiliriz. Devrimciler hem büyük lokma yiyip hem de büyük konuşmaya başlayabilirler. Marks’ın ve Lenin’in izleyicileri kendisine “büyük konuşma” diyenleri bir kenara itmeli. Yenilgi döneminden çıkmanın yolu bu.

AKP-Saray rejimi iktidarının sürekliliğini sağlamaya çalışmanın telaşıyla çok aşırı uçta yer alan hamlelere başvuruyor. Erken seçim kararı aniden alınıyor. Akşener’in adaylığı engellenmeye çalışılıyor. Genelkurmay Başkanı, aday olmaması için Gül’le “ikna” görüşmesi yapıyor. Bunlar büyük kozlar kullanmak oluyor ancak hepsi ayrı ayrı birer güçsüzlük belirtisi. Muhaliflerin kaygılandığı gibi allem edip kallem edip seçimi kazanmayı sağladıkları durumda dahi iktidarı kesinlikle aydınlık günler beklemiyor.

OHAL’e son verilmeden hayat nasıl devam edebilecek? Kürt sorunu daha ne zamana kadar sözüm ona donmuş halde dolapta tutulabilir? ABD-AB ve Rusya blokları konumlarını keskinleştirirken, diğer ülkelerin saflarını açıkça seçmelerinin gerektiği uluslararası koşullarda ne yapılacak? Tam teşekküllü bir ekonomik kriz patlarsa işler nereye varacak? Bir etap sonra AKP’nin sahip olduğu herhangi bir önemli şehirde belediye başkanlığı kaybedilirse ne olacak?

Sorunlar arttırılabilir. “Sıkıntı yok” devirlerinin sonundayız.

Öyleyse konjonktür değişti ve AKP-Saray iktidarı sıkışmış durumda diyebiliriz.

Buradan hemen iki sonuç çıkmalı. Birincisi, morali bozuk muhaliflerin aksettirmeye çalıştığı gibi “ben doğarken ölmüşüm” ya da “ne yapsak yenemiyoruz” pozisyonunda değiliz. İki asla ve asla rehavete kapılmayalım. Dokuz canlı bir varlıkla karşı karşıyayız. Bu varlığı adım adım ve her an takip ederek ancak yenebiliriz.

Seçimler önemsizdir devri kapandı

Solda “seçimler önemli değildir biz o konuyu ele almayız” tartışması sessiz sedasız kapandı. Seçim konusu, hem de bir erken seçim olarak önümüze geldi. HDP, tutumunu seçimlerde var gücüyle mücadele edeceğini söyleyerek ortaya koydu. Diğer sol parti ve örgütlerin çoğunluğu da seçimlerde Demirtaş ve HDP’ye destek olacağını canı gönülden açıkladı. Buradan bir sonuç çıkarmaya çalışırsak, bundan sonraki seçimler zamanına doğru yaklaşırken daha serinkanlı ve planlama yapabilen bir tartışma yapabilmeyi akılda tutabiliriz.

Seçimler sürecinde, Demirtaş ve HDP’ye oy vermek üzere açıkça işaret etmemek ise dikkate alınır bir yönelim olarak ortaya çıkıyor. Ne var ki bu yönelim kendi savunucularını en başta siyasal tansiyonun en yüksek olduğu zamanlarda, siyasetin dışına düşürüyor. Bu ülkede bir HDP muhalefeti gerçeği var ve onun varlığı hesaba katılmadan bütünsel bir politika yürütebilmek mümkün değil. Bunun böyle anlaşılmasından geri düşüldükçe bırakalım bütünsel politik ele alışı, politik hareket etmek dahi zorlaşıyor. Zaten bütün sorunların kaynağı da orada.

Büyük konuşmalı ve bütünsel düşünmeliyiz. Yoksa ikisine de hiçbir zaman başlayamayacağız.

Talepler değil politik hedef

Seçim sürecince HDP’yi destekliyor olmak, asıl anlamını aktif bir seçim kampanyası yürütmekte bulur. Bunun dışındaki düzeyler “söyledim ve ruhumu kurtardım” ölçüsünde kalma tehlikesini yükleniyor olur. Bundan kaçınmalıyız.

Sol politik özne, kendi özgül ülke ve konjonktür yorumlamalarını yapıp, kendi politik hattını belirlemelidir. Sonrasındaki iş, Demirtaş’a ve HDP’ye oy verilmesi çağrısı yapan etkin ve bağımsız bir politik çalışmanın yürütülmeye başlanmasıdır. Emekçi Hareket Partisi üyeleri, Siyaset Meclisi’nin ve Bir Adım Daha inisiyatifinin içinde yer alarak bu ana yolu izlemeye çalışıyor. Yan yollara sapmıyor ve arkalarda kalmıyor.

Eğer ki böylesi bir kritik seçim sürecinde rol alıyor olan mücadele güçleri en doğrusunu yapıyorsa, ortaya çıkan enerjiyi en iyi şekilde kullanacak bir örgütsel formla yürünmeli. İkinci kritik görevse, bu birikimi bir sonraki evreye taşıyabilecek bir ufukla ve iddiayla hareket etmek olmalı.

Ülkedeki birinci sorun, diktatörlükle kıyaslanabilecek bir “tek kişi rejimi”yle karşı karşıya olduğumuz gerçeği. Hayati mesele bu. Meselenin şu anda cereyan edişi, mevcut parlamento işleyişinin devre dışı bırakılması ve bütün erklerin tek bir merkezde toplanması şeklinde saptanabilir. Toplumun egemenlik hakkını parlamentoya etkide bulunma düzeyinde dahi kullanamaması, kritik bir sınıra geldiğimizi gösteriyor.

Savunulması gereken halkın söz yetki karar hakkıdır ve halkın hakimiyetidir. OHAL’in kaldırılmasını savunmanın, hukuk ve adalet istemenin, barış iklimine geçebilmenin temeli budur.

HDP’nin tam olarak bu çizgide bulunmaması onun dışındaki solun elini kolunu bağlamaz. Kendisini önümüzdeki dönemlerin devrimci öznesi olarak gören sol kendi politik tezlerini ileri sürebilir. “Biz de taleplerimizi yazıp iletelim” diye politik tez ya da hat olmaz. Devrimci özne “talep” değil kendisinin gerçekleştireceğini iddia ettiği politik hedefler belirler ve bunu ilan eder.

Devrimciler hem dünyayı, ülkesini ve dönemini yorumlar; hem politik hamleler ileri sürer ve yapar; hem de parti ve meclisler düzeyinde örgütlenir. Bunu yapanlar kesinlikle başaracaklar ve marksizmin yenilgi yıllarına bir son vereceklerdir. Felsefenin ve siyasetin gösterdiği yol budur.