Türkiye’de son geldiğimiz evrede rejimin karakterinin tam olarak ne olduğu, elbette tüm toplumun akıbeti için büyük önem taşıyor. Ancak KHK’lerle birlikte artık “muhafazakarlaşma”, “otoriterleşme” olarak niteleyemeyeceğimiz vahim gidişat, kadınları ve ardından çocukları herkesten daha başka etkiliyor. Bunu hemen her gün kadın ve çocukların başına gelenlerden, artan şiddetin nitelik değiştirip giderek vahşileşmesinden de görebiliyoruz. O halde, başımıza gelenleri çözmek ve daha ağır sorunları durdurabilmek için “faşizmin” ne olup olmadığını, şu anda yaşadığımız şartları nasıl adlandırmamız gerektiğini ve kadınlarla ilişkisini anlamak zorundayız.

 

Faşizmin genel olarak teorik tahlili kolay değildir ama özellikle Almanya ve İtalya örneklerinden sonra birlikte bir analiz çabası birikmiş durumda. Kadınlarla ilişkisi konusunda ise tarihte en büyük kayıpları halde uzun bir suskunluk hüküm sürmüş, kadınların nasıl olup da kendilerine böylesine düşman politikalara destek de verebildikleri çok az aydınlatılmıştır. Faşizmin kadınlarla ilişkisi konusunda sınırlı kaynaklar içinde önemli olarak Maria R. Macciocchi’nin “Faşizmin Analizi” kitabı, Türkiye’de ise bu kitabı bizimle tanıştıran Şirin Tekeli’nin “Faşizm ve Kadınlar” makalesi sayılabilir.

 

Şirin Tekeli’nin Türkiye’de feminizme ve kadınların hayatına katkılarını unutmak mümkün değil. Nitekim unutulmuyor, sıklıkla kadınlar onu genel katkılarıyla anıyorlar. Ben de onu, yıllar önce yazmış olmasına rağmen şu yaşadığımız günlere de ışık tutan makalesini öne çıkararak, böyle anmak isterim. 12 Eylül askeri diktatörlüğü koşulları altında, kendi dönemini anlamak sorumluluğunu göstererek yazdığı 1984 tarihli bu makale, bugünümüzü açıklamakta da sağlam analizler veriyor. Bir daha insanlığın ve kadınların başına faşizm belasının gelmemesi, onu durdurabilmek için Şirin Hoca gibi olmalı; önce anlamaya çalışmalıyız. (Tekeli, Ş. (1984). Faşizm ve Kadınlar. İktisat Fakültesi Mecmuası,38).
*
İlk meselemiz Türkiye’deki rejime “faşizm” tanısı koyup koyamayacağımız. İyi haber; faşist rejimlerin tarihteki tam teşekküllü örneklerindeki tüm şartların hepsi oluşmuş durumda henüz değil. Kötü haber; bu koşulların -özellikle son KHK’lerle birlikte faşizmin ayırt edici özelliklerinden olan resmi silahlı aygıttan ayrı paramiliterleşmenin alabildiğine zorlandığını görüyoruz. Bunun mümkün olup olamayacağı çok tartışmalı, karmaşık ve çok değişkenli  olmakla birlikte, ikinci ve bu yazıdaki esas meselemiz bütün bu koşulların kadınlara nasıl yansıdığı ve daha ileriye taşınırsa nasıl yansıyacağı, kadınların ne yapacağı, nasıl yaşayacağız?

 

Tarihsel örneklerine baktığımızda faşizmin her döneminde sadece evladı şehit olan anne, dul kalan kadın, şiddete, tecavüze uğramış, işsiz bırakılmış acılı kadınlardan ibaret olmadığını görüyoruz. Evet, bunların hepsi de gerçektir, her biri ve daha fazlası olur ama başka şeyler de olur. Faşizm kadın kitle tabanına ihtiyacı nedeniyle onlara, ihtiyaçlarına seslenmek zorunda da kalır, bir yandan özgürleştirir. Öte yandan kendini erkeklerle; erkeklik gösterileriyle kurması gerektiğinden sınırlandırır, kadın düşmanlığı temel karakteristik özelliklerindendir. Başımıza en büyük felaketleri getirir.

 

Bu çelişkiyi ülke örneklerinde de, belli yönleriyle içinde yaşadığımız dikta rejiminde de görüyoruz. Almanya ve İtalya örnekleri üzerinden kadınlara hitap eden söylemlere baktığımızda ilk kuruluş dönemlerinde oy hakkı vaadinden, kadınları çalışma hayatına, siyasete katarak, özneleştiren süreçleri görebiliriz.  Ardından rejim yerleştikçe her iki ülkede de art arda kararnamelerle kadınların eğitimden, çalışma hayatından uzaklaştırılıp “aile ocağına” gönderilmeye çalışılıyor. AKP’nin liderinin “kadınlar zincirlerinden kurtulmalıdır” diyen ilk dönemi ile son dönemi arasındaki farkları akla getiriyor.

 

Almanya ve İtalya’da kadınları toplumsal hayattan sürmek için getirilen yasaklar içinde o kadar çok örnekler var ki, her biri ayrı ele alınmayı, yeni yazıları gerektiriyor. Burada sadece eğitim ve çalışma hayatından birkaç örnek vereceğim:

 

İtalya’da kararnameler ile kadın ücretleri eş değer erkek ücretinin yarısına indirilmiş, kadınlara liselerde felsefe ve edebiyat okutulması yasaklanmış, kız öğrencilere iki kat harç ödeme yükümlülüğü getirilmiştir. Kamu görevlerinde kadınlara en fazla %10’luk kota uygulanmış, 1942 Rocco Yasası ile ceza kanununa “şeref suçu” eklenerek erkeklere kadın öldürme “hakkı” bahşedilmiştir.

 

Almanya’da siyasal haklar yasaklanmış, evli doktor, devlet memuru kadınlar işten çıkarılmış, kadın öğretmen sayısı azaltılmış, üniversitede profesör olarak atanmaları önlenmiş, yargıç olmaları yasaklanmış. İlk ve orta öğrenimde müfredat değişmiş, “Çocuk, Kilise, Mutfak” sloganıyla uyumlu ev ekonomisi, dikiş gibi derslerden oluşan matematik ve Latince okumaları yasaklanmış, ”Sosyal Hizmet Yılı” başlığı altında en az 4, ortalama 6-7 çocuk” kampanyası başlamış, doğumlar prim ve altın gamalı haçlar ile teşvik edilmiştir.

 

Evet, bu çelişkili ve berbat tarih aynı zamanda kadınların da eseridir. Kadınların nasıl olur da kendi çıkarlarına bu kadar ters bir rejimi desteklediklerini açıklayabilmek zor. Bu ülke örneklerine baktığımızda faşizmin kadınları geldikleri aşamadan geriye çekme, kazanılmış haklarını geri alma niyetinde çok ciddi olduğu görülüyor. Buna rağmen toplumun geniş katmanlarından emekçi kadınlar, çalışan kadın kitleleri açısından durum çelişkiler içeriyor. Almanya ve İtalya da ekonomik krizin yol açtığı işsizlik sorununa çözüm olarak öncelikle kadınlar işten çıkarılsa da, kadın emek gücünün erkek emek gücüne göre çok daha ucuz olması bu politikayı sınırlandırmış, kadınların dezavantajı olan daha düşük ücretle çalışıyor olmak, zaman zaman onları işsizlik tehlikesine karşı koruyan avantaja dönüşmüş. Kapitalizm koşullarında kadınların çalışma yaşamından bütünüyle koparılması; 
 
1) Kriz koşullarında ucuz emek gücüne ihtiyaç duyulması,
 
2)Kadınlar çalışmadığında kocanın tüm aileyi geçindirecek ücret düzeyine sahip olması gerekmesi,
 
3)Faşizmin krizi aşmanın bir aracı olması ve temel hedefinin ücretleri düşürmek olması,
 
4)Krizin aşıldığı koşullarda ise faşizmin savaş hazırlığı yapması nedeniyle savaş sırasında hep olageldiği gibi kadın emekçilerin sayısında nispi azalmalar olsa da mutlak sayıda artış olması gibi yapısal nedenlerle mümkün olmaz.
 
Sonuç olarak faşizmin ekonomik hedefleriyle, kadın ve aile politikası arasında bir çelişki ortaya çıkar. Öte yandan başta ücret politikası olmak üzere kadın işçilerin sömürü haddi yükselir ve düşük ücretlerin yetmediği tüketim ihtiyaçlarını karşılamanın yolu kadınları ev içinde daha çok çalıştırmaktan, daha çok ezmekten geçer. Ancak bütün bu döngünün temel hareketlerini izlediğimizde faşist ideolojinin geleneksel patriyarkal dinsel ideolojinin devamı niteliğinde olduğu, farkın cinsiyet rejiminin çok daha açık ve uç biçimde tekrarlanması olduğu görülür. Demek ki, kadınların faşizmi desteklemeleri özel bir gizem, bize ait “mazoşist bir tuhaflık” ya da bir kurtarıcı aramamız değildir.

 

Kadınlar ne yapsın? Başka hiçbir ses gelmediği durumda, yüzyıllardan bu yana söylenegelmiş, içselleştirdikleri bir ideolojiye kulak vermeye devam etmek kadınların özel bir durumu değil, yaşadıkları nesnelliktir. Sonuçta bugün anılan örnekleriyle faşizmler çökmüş ama kadınlara sunulan ideoloji; cinsiyet rejimi devam etmiştir.
*
Bir ses gelseydi eğer… Kadınlar için bir ses gelseydi, bize seslenen bir siyaset olsaydı, faşizm yükselirken Komintern olan biteni küçümseme büyük hatasına düşmeseydi; 1917’nin kazanımları, kadın hakları geriye gitmek yerine ilerliyor olsaydı… kadınlar feminizme “Yahudi icadı” diyen Hitler’in peşine değil, feminizm peşine düşerdi elbet.

 

Tarihten bu dersleri almanın zamanıdır. Gerek dünyada gerek ülkede kadın düşmanlığı üzerinden tiranlar yükselirken, buna rağmen ve buna yanıt olarak feminizm yılın sözcüğü seçilmiş iken daha ne duruyoruz?

 

Türkiye’de şu anda içinde olduğumuz dikta rejiminde benzer çelişkileri yaşıyor; kadınlar daha çok baskıyla karşılaşıyor buna karşılık haklarını daha çok arıyor, çünkü Türkiyeli kadınlar bir yandan da modernleşiyor, özgürleşiyor.

 

Kadınlar ne İran’da ne Hollywood’da ne de Türkiye’de mücadeleden hiç geri durmuyor ise faşizm istemeyen erkeklerin payına düşenler de var: Kadınların önünü açın. Duymak istediğimiz özgürlüğün siyasetinin sesi olun. Bu ses, saraylardan gelemez, gelmemeli. Sol, geleneksel sağın “fıtrat” siyasetinden etkilenerek sağa kayma hatasını bir daha tekrarlamamalı. Durdurulabilir, karşı durulabilir olmasına rağmen faşizme karşı etkili mücadele araçlarının neredeyse dışlanması tarihte en büyük felaketleri yaratmış.
 
Biz bu sefer faşizmi durdurabiliriz. Bu sefer yılın kelimesi “feminizm” kazanabilir, kelime değil gerçek olur. Daha ne duruyoruz?