Türkiye’nin mevcut durumundan çok sıkılmış yazarlar var.

Zaten her şeyden hemen çok sıkılırlar. Uzun bir toplantıya dahi tahammülleri yoktur. Toplantıda iyi bir hatip olmayan birisi biraz fazla konuşsa, hafakanlar basar. Memleketin çok kötüye gittiğini zehir gibi bir zekâyla tespit edip, bunu beceremeyenlere çok kızıyorlar. “Büyük resmi okuyamayacak” ne var ki?
Durum bu kadar vahimse ne yapılmalı?
 
Parça parça ne uğraşılıyor efendim? Yapınız bir toptan devrim, olsun bitsin. Bu pisliği zaten devrim temizler.
Devrimi dolaptaki reçel zannediyorlar. Koy masaya ekmeğimize sürelim.

*
Yaz aylarında önemli bir yürüyüş oldu. Kılıçdaroğlu’nun başlattığı “Adalet Yürüyüşü”. Herkes takdir etti. Bunun devamı olarak ne yapılabilir, dendiğinde “Adalet Kurultayı” gerçekleştirildi.
 
Kurultay adeta bir emekli olmuş insanlar toplantısıydı. Nereye baksanız belli bir yaşın üstünde insanları görüyordunuz. Toplum böyle bir kurultaya, emekli olmamış insanlarını göndermeye kıyamamıştı.
Gençler elbette ki sadece okullarına gitmeliydi, derslerine çalışmalıydı.
Anne-babalar sadece çocuklarını büyütmekle ilgilenmeliydi. Yeryüzünde bir ebeveynin tek bir arzusu ve mutluluğu olabilirdi zaten. Mutluluk neydi, çocukları büyütmekti.
 
İşi gücü olanlar sadece para kazanmayı düşünmeliydi. Para olmadan olmuyordu.
“Ancak emekli olduktan sonra hiç bir risk almaksızın siyasetle uğraşılabilir” yüksek felsefesi mantıksal sonuçlarına ulaşmış durumdaydı. Görev en sonunda kala kala emekli abla ve abilerimize kaldı.
Kurultaya giden ve manzarayı bu şekilde görmeyen buyursun söylesin.

*
Sorunsuz, steril, çok sıkılıverince Hızır gibi kendi kendine geliveren bir devrim yok.
Çok kafa yorarak, çok yorularak, fedakârlıklar göstererek kurtulmaya çalışacağız diktatörlükten. Her fırsatı yoklayacağız elbette. Kırk kapının ipini çekeceğiz. Kırk kapıyı omuzlamaktan omuzlarımız çürüyecek.
Sıkılmayınız. Kolay zafer yok maalesef.
Kimsenin bütün sorunların çözümü olacak hazır kıtaları yok.
Kıtalar hiçbir zaman hazır değildir. Kıtalar ancak hazırlanabilir.

*
Buradan “hazır kıtalar” konusuna geliyoruz.
Hazırlanmak ve kıtalar iki ayrı kavramdır. Esas olan hazırlanabilmektir. Bu Ekim Devrimi’nden iki yıl önce yapılıp bitirilmez. Son güne kadar sürer.
Şubat Devrimi’nden ders çıkarmak hazırlanmaya girer. Nisan Tezleri hazırlanmaktır. “Bütün iktidar sovyetlere” şiarı hazırlanmaktır. Ayaklanma kararı alma iradesi göstermek politik bir hazırlıktır.
 
Bu politik hazırlıklar ve hamleler varsa, kıtaların bir anlamı olabilir ancak. Politik hazırlık ve hamleler varsa, kıtalar da hazır sayılabilir. Aksi taktirde bırakınız “kıtalar”ı, ayaklanma kararını alamamış Bolşevik Partisi Merkez Komitesi dahi “hazır kıta” olamaz.
İnsanlar James Dean’in sebepsiz asi oluşu gibi, sebepsiz yere hazır kıta olmazlar. Bir politik hazırlık, bir politik hedef, bir politik hamle varsa ve olduğu sürece; bir kıta, bir devrimci örgüt olurlar. Bunun dışındaki bütün mülahazalar en başta büyük bir felsefi yanılmadır.

*
Kıtalar her zaman hazır, statik, eksilmeyen ve her zaman sırtınızı yaslayabileceğiniz yapılar değillerdir. Kendi kıtalarınıza bu derece güvenemezsiniz. Geçmişte bulunmuş kabul ettiğiniz kıtalarınıza güvenmek nostalji yönü ağır basan bir davranıştır.
Statik kıtalar ancak dinamik politik hamlelerle yaşar hale gelir.
CHP bir kıtadır ama “Adalet Yürüyüşü” bir hamle. HDP bir kıtadır ama “seni başkan yaptırmayacağız” çizgisi bir hamle.
“Bir hazır kıtayı politik süreçlere fazla sokmadan, bir kıta olarak tutarsan başarılı olursun” gibi bir perspektif bizde çok hakim olduğu için bu tartışmayı yürütüyorum. Eksik olan kıta değil siyasetti. Siyasal devrimci hamleydi. Bu yapılmadığı için hâlihazırdaki kıtalar da azalıp, etkisiz hale geldi.

*
Kitle bir kıta mıdır? Değildir. Kıta mekaniği zordur ve tahmin edilir ki kitle mekaniği daha zordur.
Halka, yani büyük nüfusa, yani kitleye güç gösterilir mi? Gösterilemez. Çünkü halktan yani kitlelerden ötede bir güç ya da bir kıta yoktur.
Yol gösterebiliriz. Siyasal fikir ileri sürebiliriz. Siyasal hamle önerebiliriz.
Bizatihi halkın, kitlelerin kendisi yol bulmaya çalışabilir mi, siyasi değerlendirme yapabilir mi, siyasal hamle yapmaya karar verebilir mi? Hatta biraz daha geri çekerek sorayım. Bunları yapmalı mı? Benim solda gözlemlediğim cevap “Yapmasa da olabilir” şeklinde. Haksızlık mı ediyorum? Cevap “elbette ki yapmalı” ise buyurunuz gereğini hayata geçirelim o zaman.
 
Bu arada kitleler öyle bir siyaset yapamaz diyenlere referandum sonuçlarını protesto eylemlerine, Hayır Meclisleri’nin hamle ettiğini hatırlatmak isterim.
Kitleler manipüle edilecek varlıklar olarak görülemez. Yarınlarda doğrudan demokrasiyi de kuracak olanlar onlardır. Onlar özdeneyimlerini yaşayabilir ve iradelerini ortaya koyabilirler. Onların söz, yetki ve kararlarını devreye sokabilecekleri bir tarihsel süreç öngörmeliyiz.

*
Devrimci siyasal hamlelere, elde ne varsa onla başlanır ama mutlaka başlanır. Eğer elimizde bulunan imkânlar gerçekleştireceğimiz büyük mücadeleye yetmez diye düşünüyorsak ki çoğunlukla böyledir, kendimizden başka hazırlanmaya çalışan kıtalarla ilişki kurabiliriz.
Bunun adı ittifak etmektir. İttifak etmeden siyaset yapılamaz. İttifakı yaratacak olan ittifak edilecek ortak siyasettir. Mücadele etmek için sadece bizim elimizde olanlar yetmez. Başkalarının elinde olanların da mücadeleye katılması gerekir. Ne kadar olabiliyorsa o kadar.
 
Devrimci siyaset hepimizin elinde olanlarla ve zaman kaybetmeksizin yapılır. Gelecekte elimizde olacakları bekleyerek, sözüm ona gelecekte siyaset yapabilme ihtimalini düşünmenin konunun özüyle ilgisi yoktur. Çünkü siyaset somut koşullarda, somut analizlerle, somut bir konjonktürde ve hatta somut bir anda yapılır. Sırtını sandalyeye yaslayıp beklemeye gelmez.

*
Rusya’da işçi-köylü-asker sovyetleri tarih sahnesine çıkmıştı. Bolşeviklerin, Menşeviklerin, Narodniklerin, anarşistlerin ve tüm halkın kıtaları buralarda birleşiyordu. Bir siyaset yönünde ittifak ediyordu. İşçi-köylü-asker temsilcileri meclisi, elde olanları birleştirmenin ve birlikte seferber etmenin paha biçilmez bir aracıydı.
 
Kimse çarlıkla ya da geçici hükümetle mücadele ederken bir diğerinin tuttuğu yer kadar çoğalmayı bekleyemezdi. İşbirliği yapmak zorundaydı.
Bizim ülkemizin şartları da bugün öyle. Kimsenin bir diğer muhalifin yeri kadar çoğalmayı bekleyecek, onun kapladığı alanı kaplayacak zamana kadar sabredecek hali yok.
Ülkeler de, siyaset de “yalnız ve güzel” olmaz.