Hayatta bazen işler iyi de gidebilir.

Mesela kadın hareketi bayram seyran dinlemedi, 8 Ağustos’taki yürüyüşe için çalıştı, çırpındı, öyle bir hava estirdi ki bayram süresinde kadın cinayeti olmadı, ne iyi. Hem de yeni cinayetleri teşvik eden açıklamalar yapan Arınç’a rağmen. Bununla beraber ne yazık ki Bülent Arınç’ın sözleri Erzurum Adliyesi’nde onun gibi düşünen yargı görevlilerine kuvvet verdi ve saldırı davasında kadının tayt giymiş olmasından dolayı “tayt indirimi” diye skandal bir karara imza attılar. Ama kadınlar da yine boş durmadı, böyle insanlık ayıbı indirimlerin önüne geçmek, kadın cinayetlerinin durması, kadınların yüzünün gülmesi için yapılması gerekeni yaptı. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, milletvekillerinin de katılımıyla Arınç hakkında suç duyurusunda bulundu. Suç duyurusunun sonucunu ve genel olarak Arınç’ın açıklamalarının toplumda yaratacağı tüm sonuçları sonuna kadar takip edecektir. Bu da iyi.

Diğer bir iyi gelişme şudur; günler bunlarla uğraşarak geçer ama devlet kadınlar lehine tek bir adım atmaz, tek bir söz söylemez iken, birden İstanbul Sözleşmesi yürürlüğe girdi haberi gündeme düştü. Kadına yönelik şiddetle mücadelede bütünsel önlemler getiren bu uluslararası sözleşmenin, bizimkiler tam tersini yaparken gündeme gelmesine herkes şaşırdı.Ama Türkiye’de kadınların yaşadıklarına artık öyle bir tepki de gelişmişti ki, basın hemen gündem etti; ne gibi haklar getiriyor? Kadınlar bundan nasıl yararlanacak? Haberleri etrafı sardı.

Bence bütün bu olan bitene AKP de şaşırdı, sonuçta onun kurmak istediği Türkiye’de kadına reva gördükleriyle, burada anlatılan evrensel hakların hiç alakası yoktu. Daha yeni Bülent Arınç burada yazanların tam tersini yapmıştı, sözleşmeye göre suçlu konumdaydı. Allah Allah yoksa AKP yine uluslararası komplo ya da Gezicilerin bir numarası ile mi karşı karşıyaydı? Nitekim Bakan Ayşenur İslam basına demeç bile vermedi önce, sonra ilk şoku atlatınca, bu bir zamanlar imza atıp unuttukları sözleşme hakkında açıklama yapması gerektiğini fark ederek birkaç söz söyledi. Daha önce imza attıkları için mecburen sözleşmeyi savunmak durumunda da kaldı.

İşte İstanbul Sözleşmesinin, kadınların buna çok ihtiyacı olan bir dönemde yürürlüğe girmesi ve bakanın da onu savunmak durumunda kalması da çok iyidir. Peki nedir ne değildir bu sözleşme? Neden adı İstanbul’dur? Daha öncekilerden ne farkı vardır? Bir işe yarar mı gerçekten? Kadın hareketi ne yapmalı?

Açık adı; “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan bu uluslararası belge, 2011 yılında İstanbul’da imzaya açıldığı için İstanbul Sözleşmesi olarak da biliniyor. Daha öncekilerden (CEDAW: BM Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi gibi) farkı; şiddete odaklanıp bütünsel önlemler tanımlaması. İçinde hem korunma hem de ceza yaptırımları var. Şiddetle mücadelede temel olan cinsiyet ve cinsel yönelim eşitliğini merkezine alıyor, ayrımcılığın kapsamını genişletiyor.

Ayrıca çeşitli maddelere göre;  eşitlik politikaları TV kanallarında ve eğitim müfredatında zorunlu olarak anlatılacak, şiddet fiilinde sadece uygulayana değil yardım ve yataklık edene ceza getirilecek,  sözde “namus” vb. kavramlarla indirim uygulanmayacak, zorla evlilikler fesh edilecek, kamu görevlileri şiddete uğrayan kadını korumaz ise tazminat ödeyecek ve eğer kadınlar kendi ülkelerinde korunamıyor ise mültecilik hakkından yararlanabilecek.  En önemlisi bir denetleme-gözlem mekanizması kuruluyor. Bir komite taraf olan ülkelerdeki kadına yönelik şiddetin oranlarını, kampanyaların sonuçlarını inceleyecek ve raporlayacak. Bu bizim ülkemiz için özellikle önemli.

Görüldüğü gibi bütün bu maddeler mantıken olması gerekenler. Ve kadın hareketinin kadın cinayetlerini durdurmak için 5 yıldır biriktirdiği mücadeleden süzdüğü 5 temel taleple birebir uyumlu.  Bu da çok mantıklı çünkü;

Bir memlekette yerli bir feminizm yaratabilmek, o toprakların esas kadın gündemini yakalamakla mümkündür. Ve bir kadın hareketine evrensel nitelik veren de budur; ne kadar kendi topraklarınıza kök salan bir feminizm yaratırsanız o kadar evrenselleşirsiniz.

Yerli bir feminizm konusuna daha sonra da devam ederiz burada şunu belirtmek isterim; Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Türkiye’de kadın cinayetlerini politik hat kabul edip mücadele biriktirdiği için yerli bir kadın hareketi olabilirdi. Kanada başta olmak üzere birçok ülkeden platform çalışmalarına katılım olması, kadın çalışmaları yapan İranlı yönetmen arkadaşımızın dediği gibi Hindistan’daki kardeş kadın örgüt Pembe Nokta ile çok benzememiz ve en son evrensel kadın haklarını anlatan sözleşme ile 5 talebin örtüşmesi bu yüzden. 

Ancak şunu da belirtmek lazım;  yine Platformun da emeği olan 6284 sayılı yasada da İstanbul Sözleşmesi ile uyumlu maddeler var ve uygulanmıyor. Dolayısıyla iyi haber kabul etiğimiz İstanbul Sözleşmesi’nin de, Korunma Kanunun ve mevcut bütün yasal haklarımızın da uygulanması yalnızca ve yalnızca kadınların mücadelesi ile mümkün olacak.  Bu gelişmenin kadın hareketinin öldürülen kadın kardeşlerimizin aileleriyle beraber yani halkı ile birlikte yapacağı yürüyüş zamanına denk gelmesi çok iyi oldu.

Bu bakımdan, 8 Ağustos Cuma akşamı 19.30 da Tünel’e gelin, Türkiye’li kadınlar olarak, dünyanın bütün kadınlarıyla buluşalım.