Eve misafirler gelir.
Sohbet koyulaşır. En sonunda “şöyle bir Türk kahvesi yapıp içelim” denir.
Herkesin hoşuna gider sohbetin kahve rengini alması. Çocukların da hoşuna gider.
Kahveler bir tepsinin üzerinde çıkageldiğinde işi tamamen mahveden bir ses duyulur:
- Çocuklar kahve içmez!
Siz olayın şokunu atlatamadan, büyüklerin oybirliğiyle iş karara bağlanır. Sonuç “evet, çocuklar çay içmezdir”.
Çocuklar bu karar karşısında nerdeyse bütün hayatını sorgular.
Herkes kahve içerken o içememektedir.
Bu adaletsizlik karşısında büyüklerin kılı bile kıpırdamaz.
Çocuğa kahve konusundaki fikri sorulmamıştır dahi.
Çocukların zaten gönüllü olarak kahve içmeyeceğini varsaymak tamamen saçmadır.
Kahve içmenin çocukların sağlığına iyi gelmediğini düşünmek ise tam bir hurafedir. Şehir efsanesidir. Zımba gibi çocuklara bir kahve ne yapabilir ki? Kola içerken bir sorun yok da kahve içerken mi sağlık bozuluyor?
Çocuklara kahve verilmemesi, çocuklarla büyükler arasındaki anlaşmazlıkların başlangıç noktasıdır.
Büyük çelişki burada başlar.
Ölmüş kuşakların gelenekleri bir kabus gibi çökmüştür yaşayanların beyinlerine.
Adil olmayan bir dünyanın tam teşekküllü prototipi uygulanmıştır çocuklara.
Kendilerinin kahve içemediği bir ortamda, büyüklerin neşeli havası hiç gitmez gözlerinin önünden.
Bunu unutmayacaklardır.
Bunun hesabını soracaklardır.
Çocukların kahve içebildikleri bir tarih yaratacaklardır.
Bundan böyle 23 Nisanlar sadece zararsız gösterilerin yapıldığı, sıradan bir bayram olmayacaktır.
23 Nisan elbette ki bütün dünya çocukları için bir bayramdır ama aynı zamanda bir kavga günüdür.
Çocuklar sistem tarafından ezilmektedir.
Çocuklar ölmüş ve yaşayan eski kuşakların gelenekleri tarafından ezilmektedir.
Çocuklar öldürülmektedir.
Çocukların kafası dipçikle parçalanmaktadır Fırat’ın doğusunda.
Çocukların kafasını parçalayanlar bu ülkedeki en büyük parçalanma tehlikesini yaratanlardır.
Küçük kardeşlerinin o halini gören çocuklar, o günden beri panzerleri taşlamaktadır.
Taş, çocukların tek silahıdır.
Taş kalplilere karşı taştan başka seçenekleri kalmamıştır.
Taş atan çocuklara ıslahevinde tecavüz ettiler ama onlar yine de gözyaşlarını içlerine akıttı. Başkalarına olmuş gibi anlattılar vahşeti. Her şeye rağmen ayakta kaldılar. 
Egemenlerin en çirkin yüzünü açığa çıkardılar.
23 Nisan’ı gerçek bir mücadele içeriğiyle donatan yine onlardı.
Çocuklar ayakkabısı olmadığı için terlikle dolaşan küçük kız kardeşlerini izlediler televizyonlardan.
Bütün çocukların içine kan oturdu.
Van depreminden sonra konulan konteynırlarda yaşıyordu.
Bütün kışı terlikle geçirmişti ama bunu hiç umursamadığını da ekledi. Öyleyse öyleydi.
23 Nisan bilincini edinmiş çocuklar öyle her şeye hayıflanmazdı.
Çocukların ayaklarının üşümediği bir dünya kurmak gerekiyordu.
Dünya güzeli terlikli kız sadece bunu söyledi ve yürüyerek uzaklaştı.
23 Nisan sıradan bir bayram değildi. Egemenlik ile çocuklar arasındaki ilişkiyi kuruyordu. 23 Nisan başbakanlığı altında yapılanlar bir aldatmacaydı. Çocuklar egemenliği kendi mücadeleleriyle elde edeceklerdi.
23 Nisan’ın bilincine göre:
Çocukların ayağı üşümemeliydi,
Çocuklar ıslahevlerinde yatmamalıydı,
Çocuklar dipçikle dövülmemeli, tecavüze uğramamalıydı,
Çocuklar öldürülmemeliydi,
Çocuklar şeker de yiyebilmeliydi,
Kahve de içebilmeliydiler çocuklar.