25 Kasım’ın hemen ardından Türkiye’yi sarsan büyük çaplı olaylar; dekontlar, milyon dolarlar, Reza Sarraf davası derken, kadınların şiddetle mücadele gündemi sessize gerilerken bugün bir başka şey daha oldu: Suriye’de kadın hakları savunucuları ve feministler dünyanın diğer bölgelerinde kadınların doğuştan sahip oldukları özgürlüklerini isteyerek Cenevre’de başlayan Suriye barış görüşmelerinde yeniden söz hakkı istediler.
Çok iyi yaptılar, bu iyi bir haber. Suriyeli Kadınların Barış Grubu, Suriyeli Kadınlar Ağı uzun zamandır çözüm sürecinin tüm aşamalarında kadınların eşit temsili için mücadele ediyor. Esad yanlısı olan, muhalif olan birbirinden çok farklı kadınların, birlikte, savaştan en çok etkilenen kadınların ve çocukların haklarını korumak, CEDAW Sözleşmesini uygulatmak için mücadele etmesi örnek bir olay.
-
Öncelikle kadınlar dünya çapında, büyük çaplı kompleks konularda, biz bu konudan anlamayız demiyor, çözüme aday oluyorlar. Ülkelerinin geleceğini kurmakta illa ki aktif rol almak istiyorlar.
-
Buna her anlamda hakları var ama savaşların en çok kadınları vurduğunu örtmüyor öne çıkarıyor, bu gerçeği herkes bilsin, ona göre davransın istiyorlar.
-
“Ataerkil” bir kültüre sahip Suriye’de, geleneğe ve coğrafyaya teslim olmuyor, en evrensel haklarını arıyorlar.
-
Bu hak arayışında hangi görüşte olursa olsun Suriye’deki farklı kutuplardan kadınlar bir araya gelebiliyor.
Bu mücadele bütün bu özellikleriyle bize de, herkese de örnek olmalı.
Geride bıraktığımız 25 Kasım döneminde bu saydığımız özelliklerin önemini bir kez daha anladık.
Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü vesilesi ile başta kadın cinayetleri olmak üzere artan erkek şiddeti bu yılda yine toplumun gündemine geldi. Şiddet neden artıyor, ne durumdayız, çözüm nedir? sorularıyla yıl boyunca bu ağır sorunu görmezden gelen hükümet yetkilileri bile muhatap olmak zorunda kaldı. Birbirinden farklı dünya görüşlerinden kadınlar, kurumlar, her biri kendi çapında bir işler yaptı, şiddeti kınadı, kuşkusuz bunlar iyi de oldu.
Ancak yine bu sene kadınların yaşadığı şiddeti anlamak ve açıklamak konusunda, gerek iktidar, gerek muhalefet içinde bir yandan ilerleme kaydedilirken bir yandan da kadınların şiddeti başka bir özgüllükte yaşadığını görünmez kılacak yeni bazı klişeler de oluşmaya başladı.
Şöyle ki; ağır hak ihlalleri yaşadığımız ve şiddetin her türünün arttığı bir dönemde yaşıyor olduğumuzdan sanırım, bu yıl daha hiç duymadığım kadar “kadına şiddet var ama her canlıya şiddet var, şiddet herkesi vuruyor” sözünü duydum. Yanlış anlamayın, bu sözü iktidardan değil, muhalefet içinde ve hatta kadın hareketi içindeki faaliyetlerde, yazılarda gördüm. Bunun devamında ise ya hiçbir çözüm önerisi gelmiyor ya da kadınların dışında ezilen, ayrımcılığa uğrayan bu çok sayıda kategorinin arasındaki “cam duvarlar” kırılırsa sorunların çözüleceği savı geldiği de oluyor. Bu görüş kadar sık duyduğum bir başka şiddet açıklaması da “bu coğrafya”.
Kuşkusuz kadın düşmanlığının ilk köklendiği ve şiddetin yaygın olduğu bir coğrafyada: tarihi Akdeniz havzasındayız. Şiddete maruz bırakılan tek kategori de kadınlar değil. Ayrıca kadınları toplumda diğer şiddet biçimlerinin artması doğrudan etkiliyor, bütün ezilenlerin birbiriyle elbette bütünsel bağları var.
Ama böyle olması; her gün öldürülen cinsiyetin kadın olduğunu, buna rağmen bu coğrafyanın da kaderini yenebileceği, dünyanın tüm kadınlarının eşit ve aynı haklara sahip olduğu ve bu haklar için kadınların örgütlenerek mücadele etmesi gerektiğini yani “cam duvarların” kendiliğinden ya da “hoşgörü” ile yıkılmayacağı gerçeğini değiştirmiyor.
*
İşte sağ olsunlar, bu sefer de bütün bu gerçekleri Suriyeli kadınlar açığa çıkardı.
Ne yazık ki, Cenevre’de barış müzakerelerinde ülkeyi temsil eden 26 kişinin şu anda sadece dördü kadın imiş. Ama Suriyeli kadınların kararlı mücadelesi birçok şeyi değiştirebilir, değiştirecektir.
Çünkü asla yalnız değiller, onların kalbi evrensel ile, dünyanın hakkını arayan tüm kadınlarının kalbi de onlarla atıyor.