“Feminizm herkes içindir” sözü bir kitap adı olmaktan öte anlamlar taşır demiştim. Şimdi güncel gelişmeler üzerinden de buna açıklık kazandırmaya çalışacağım. Bu söz aynı zamanda da bir kitap adıdır ve bir gerçekliğe oturur. Yazarı Bell Hooks dönemin feminizminin sadece beyaz, orta sınıf ve eğitimli kadınları temsil edişine eleştirir, hem feminizmin bütün kadınlar için geçerli olabilecek bir fikir olduğunu hem de farklı kadınların farklı feminizmleri olabileceğini ortaya koyar.  Sonraki zamanlarda birbirinden farklı kadınların mücadelesinin somut olarak görünür olmasıyla, farklı düşünceleri barındıran, tölere edebilen, gerektiğinde ortak eyleme gidebilen esnekliği göstermesi giderek feminizmin ayırt edici bir özelliği haline gelmiştir.  

Feminizmin politik düzlemde bu çoğulcu özelliğini hassasiyetle koruması, bunun demokrasisini kurması onun genel bir demokrasi mücadelesini besleyen ve ondan beslenen olumlu bir özelliğidir. Her politik fikrin kendini ifade hakkının korunduğu, eşit söz hakkıyla işleyen ortak çalışmaların pek çok tecrübesi de yaşanmış ve bu işleyiş bazen fazla hassaslık bile gösterilen bir altın klasik haline gelmiştir.

*

Gelelim Türkiye’ye. Biz gelişmemiş bir demokrasinin bütün olumsuz sonuçlarını gerek devlet gerek genel olarak muhalefet, gerekse kadın kurtuluş hareketi içinde yaşıyoruz. Mücadele verenlerin kendileri antidemokratik davranabiliyorlar ve bu durum kadın kurtuluş hareketinde çok daha ağır yaşanıyor. Bütün demokratik teamüllerin ihlal edildiği, dünya yüzünde sadece tek bir feminizm varmış gibi ele alındığı ve bir zamanlar Türkiye’ye feminizmi getiren kuşağın politik fikrinin sırf bu nedenle geçerli tek doğru olması gerektiği gibi hiç modern olmayan bir tartışma yaşıyoruz.

Şöyle; Türkiye’de her gün yaşanan kadın cinayetlerini durdurmak için kuvvetli bir mücadele vardı ama toplumun gündemindeki bu önemli mesele bir türlü muhalefetin ve kadın kurumlarının gündemine giremiyordu. Hatta yasak getirildiğini bile hatırlıyorum;  çok uzak değil, daha geçen sene Gezi Direnişinde yapılan kadın yürüyüşünde, AKP’nin kadınlara verip verebileceği en üst düzeyde zarar olan; hayatlarına mal olan bu cinayetler için slogan atamamıştık, o zamanlar aynı anlayış “kadın cinayeti” sloganını yasaklamıştı.

 Son dönemde, özellikle 2014 8 Mart’ına “kadın cinayetleri” gerçeğinin damga vurmasıyla tablo değişti, kadın cinayetleri çeşitli kurumlar tarafından gündeme alınmaya başlandı ve en son bir ortak eylem önerisi de geldi. Bu çok da olumlu oldu. Sonuçta nereden nereye; slogan yasağından konuyu gündemine alıp ortak eylem yapmaya gelinmişti ne güzeldi.

Ortak eylem yapmanın bilinen birkaç modern ve demokratik yolu vardır; ya tam bir ifade özgürlüğü ile herkes kendi kurumunu temsil eder; 8 Mart mitinglerimizdeki gibi olur, bu en iyisidir. Ya da yine eşit biçimde hiç kimsenin ayrı temsili olmasın yerine hepimizi kapsayan yeni ve ortak bir sembol bulalım dersiniz. Bazen konjonktür bunu gerektirir, birlik ancak böyle sağlanabiliyorsa böyle yaparsınız; “Kürtaj Haktır” mücadelemizdeki gibi olur.

Kadın cinayetleri için ortak eylemin konuşulduğu İstanbul toplantısında ise kurumlardan sadece birini temsil eden sembolün geri kalan herkesi temsil edebileceği konuşuluyor. Önerilen kurumun baştan beri konuyu sahiplenip mücadelesi yürüten Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu olduğu aklınıza gelebilir. İzmir’deki ortak eylem toplantısında bunu platformun hak ettiğini düşünerek, platformdan olmayan bazı feminist arkadaşlar önermişler de.  Ama hayır, Platform o toplantılarda böyle bir şeyi değil, herkesin eşit haklarla var olabileceği bir ortak eylemi sonuna kadar savundu. Yani ya hepimiz özgürce kendi politik sözümüzü ve sembolümüzü temsil edelim ya da eşit biçimde hiçbirimiz kullanmayalım yerine hepimizi kapsayan ortak bir sembol bulalım. İstanbul’daki toplantıda bu en asgari düzeyde olması gereken eşitlik bile kabul edilmeyip, sadece belirli bir kurumu temsil eden “femina”ya özgürlük, geri kalan her tür temsile zora dayalı biçimde yasak getiriliyor.  “Femina”nın herkesi kapsadığı iddiası yeni değil ama buna tek bir katılımcının bile itiraz ettiği tartışma düzleminde bu itirazı görmeyip, onu yapanı dışlayarak zora dayalı bir birlik kurmaya çalışmak yeni bir şey ve bu yüzden tam bir birlik olamıyor. Konu edindiği kadın cinayetleri iken, adını bu meseleden alan platformu bile kapsayamayan, onun katılımının böyle önünü kapatan bir birlik, birlik de olamıyor haliyle. Bu “femina”ın  dünya yüzünde sık kullanılan bir sembol olmasına dayandırıyor kendini. Olabilir ama onun sık kullanılıyor olması, feminizmin tek temsilcisi olduğu anlamına gelmez. Memleketimizde de, dünyada da bunun yerine “yumruklu femina”,  “yıldızlı femina”  “güneşli femina”, ya da anarşizm sembolüyle kendini ifade etmek gibi, hatta kadın cinayetleri için üretilmiş, en çok gösterilmesi gerekeni; öldürülen kadın kardeşlerimizin suretlerini gösteren özel olarak tasarlanmış semboller de vardır. Ve bunları yok saymanın açıklaması yoktur.  Sonuçta ya bunların hepsini özgürce kullanacağız ya da hepimiz eşit biçimde kullanmayacağız kararı olması gereken en asgari kural iken sadece birine özgürlük tanımayı, bu eşitsizliği açıklayabilecek demokrasi bulamazsınız. Zora dayalı, “tek bayrakçı” ve skolastik bir düşüncedir bu. Bize böyle feminizmin bir gereği ve sanki mutlak doğruymuş gibi sunulan tekçilik, feminizm içinde de görülmemiştir, o yüzden yazıya oradan başladım.

*

Neden Türkiye’de böyle oluyor?

Başta andığımız gibi, devletin de, muhalefetin de alışkanlığı budur. Demokrasiye en çok ihtiyacı olanlar bunu çok iyi bilir. Örneğin, senelerdir Kürt sorunu üzerine yapılan çalışmalara, eyleme, yok efendim panellere onların gerçek temsilcilerinin çağrılmadığını defalarca görmedik mi? Ya da mesela cezaevleri üzerinden insan hakları konuşur sarışın gazeteciler, masada bir tek o cezaevlerinde tırnak kadar bir demokrasi olsun diye canını ortaya koyan devrimcilerin temsilcileri yoktur.

İşte bizim memleket gerçeği. Şimdi de Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun başına geliyor.

Bu noktada iki ayrı eğilim var: Küçük burjuva feminizmi ve ona biat eden örgütlü kadınlar. Birbirinden alakasız iki ayrı kesimin bu antidemokratik tutuma ortak olmasının kökeninde ise tek bir yanlış inanış var: kadınları çok özel, kadın hareketini de çok özgün bir alan olarak kabul edip kimlikçiliği mutlaklaştırmak, yani kadın hareketini modernleştirmeye ayak direyen skolastik düşünce.

Tartışmayı, kadınların hayatına modernleşmeyle gelen bir olgu olan kadın cinayetleri üzerinden yaşıyor olmamız da tesadüf değil.  Şöyle ki, Türkiye’de feminizmin başlıca meselesinin modernleşmeyle gelen kadın cinayetleri olacağını öngörebilmek için hayata biraz modern bakabilmek, “tek bir feminizm vardır” skolastik fikrinden uzaklaşmak gerekiyordu.  Bunu yapabilenler, durum her ne olursa olsun kazandı. Yalnız bile kalsa, fikriyle ve emeğiyle Türkiye’de kadın cinayetleri esas meseledir temel önermesini topluma kazandırdı. Fikriyle ve emeğiyle durumu değiştirdi, modernleştirdi.  Arkadaşlar bu yüzden kaybediyorlar, bundan sonra da kaybetmemek için modern ve demokratik olmalarını tavsiye ediyor, yolları açık olsun diyorum.