Müftülüklere resmi nikah kıyma yetkisi veren Nüfus Kanunu Değişiklikleri, kadın örgütlerinin itirazlarına rağmen yasalaştı. Ancak yasalaşmış olması, bu önerinin hukuki olduğunu göstermiyor. Müftülüklerin medeni kanuna karışması anayasaya aykırı olmaya devam ediyor, toplum fiilen anayasaya aykırı ve laiklikle bağdaşmayan bir uygulamaya zorlanıyor.
Türkiye’de bunlar olurken dünyada kadınlar cinsel tacize karşı sesini yükseltiyor, birçok ülkede eylemler yapıyor. Kadınların talepleri bazı ülkelerde anında karşılık da buldu: İsveç Eşitlik Bakanı ülkesindeki kadın eylemlerin hemen ardından kadın örgütleri, işçi ve işveren örgütleri ile acil toplantı yapıp cinsel tacize karşı önlemleri artıracaklarını duyurdu. Avrupa Parlamentosu kendi içlerindeki tacizi araştırmak için bağımsız komite kurdu.
Biz nikâh, boşanmayla uğraşırken dünyada kadınlar yeni haklar kazanmaya yaklaştı.
İşte o aynı hakları elbette ki biz Türkiyeli kadınlar da istiyoruz. Dünyada kadın haklarının geldiği seviyeye, dünyanın tüm kadınlarının kavuşmaya hakkı var. Türkiye, Hindistan, Kanada, Afganistan veya İsveç; kadınlar birbirinden öğreniyor, öğrenecek. Değil elimizdekileri kaybetmek yeni haklara kavuşmak için de mücadele sürecek.
Peki nasıl sürecek? Şu anda neredeyiz bakalım.
Önce şu kafayı taktıkları nikah ve boşanmayla ilgili asıl gerçeklere verilerle bakalım. Aile Bakanlığı ve Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü tarafından 2014 yılında yapılan “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması” önemli gerçekleri ortaya koyuyor. Kadınlar burada anlatılanların gerçeğini her gün somut olarak yaşıyor ama belki bu yüzden bu devlet kaynaklı bu veriler unutturulmak istendiği için de buradan bakalım.
Araştırma sonuçlarına göre Türkiye’de kadınların yaygın olarak şiddete maruz bırakılıyor. Şiddet riski evlenme yani çok olsun diye kafayı taktıkları “nikah” ile 5 kat artıyor, “boşanma” ile yaklaşık aynı oranda üstelik ağır şiddet biçimleri artıyor. Şimdi bu cümlenin anlamını düşünün… Türkiye’li bir kadın, evlense şiddet riski artıyor, boşansa ağır şiddet riski artıyor. Devlet de kadınları durmadan evlendirmeye, şiddet görüyorsa da boşandırtmamaya –bu dönemdeki ağır riski daha da arttırmaya çalışıyor.
Tek çıkmaz bu değil, şiddet gören kadınların ancak yüzde 11’i korunma tedbirleri için başvuruyor, en sık başvuru polise yapılıyor ve oraya kadar gelebilmiş kadınların sadece onda ikisinin ifadesi alınıyor, bir işlem başlatılıyor, geri kalan % 89’u evine geri gönderiliyor.
Kadınlarla birlikte o “eve” geliyoruz. Burası o kadının bilemediğimiz süreler boyunca dayandığı, artık son noktada “tahammülüm kalmadı” diyerek kurtulmaya çalıştığı yer. Korunma için başvuran kadınların en sık gerekçeleri bu; “artık dayanamıyordum”. Ardından çocuklarla ilgili gerekçeler, “evden atılma” ve “öldürülme korkusu” geliyor. “Öldürülme korkusuyla” korunmak isteyen kadının, o eve geri gönderilmesi çıkmazını ya da en iyi ihtimalle geri dönmeyip boşanmaya çalıştığı evrede de yine öldürülebilmesi çıkmazını aklınız mantığınız kabul ediyor mu?
İşte o müftülük yasalarını, boşanma arabuluculuklarını önümüze getirenler, kadınların yaşadığı bütün bu çıkmazları kabul edebilenlerdir. Bu yüzden müftülük yasası da, kadın haklarına ve laikliğe karşı atılan diğer tüm şer’i hukuk adımları da, Türkiye'li tüm kadınların sorunudur.
Hükümet şu anda, bahsi geçen bu raporu almış, çözülmesi gereken ortaya çıkmış ne kadar sorun varsa hepsini olduğu gibi yasalaştırma yoluna girmiş durumda. Nikâh, boşanma konularından sonra sıra 6284 sayılı koruma kanununun ve medeni kanunun diğer hükümlerine gelecektir. Rapora göre şiddet uygulayan erkekler, hakkında bir şey bilmedikleri halde 6284 sayılı yasadan nefret ediyor. Kadınların çıkarlarına ters yasaları gözünü kırpmadan geçiren, erkeklere bir kınamayı bile çok gören iktidarın, yasadan rahatsız olan suçlu erkeklerin sesine kulak vereceği muhtemeldir.
Kadınların üzerine böyle gelen bir saldırı dalgasının karşısında ise mevcut kadın örgütlenmeleriyle durmak pek mümkün değil. Şu anda kadın örgütlerinin tek tek ulaşabildiğinden çok daha fazla kadını etkileyecek bu sert adımların karşısında, kadın hareketi de genişlemek üzere kendi kararlı adımlarını atmak durumunda. Bu yeni dönemden etkilenecek her kadına ulaşmanın, onlarla örgütlenmenin yolunu bulmaktan başka bir çaremiz yok.
Tek çare; erkeklerin çıkarını savunan iktidara karşı, kadınların çıkarını savunanların, kadınların güç kazanmasıdır, gücünü bir yerde biriktirmesi, göstermesidir.
Bu gücü biriktirecek ancak her kadının eşit söz hakkıyla katılabileceği, katılım için tek şartın kadınların çıkarını savunmak olduğu bir zemindir. Şu ya da bu kadın örgütünde ya da kadın örgütlerinin ortak platformlarında, temsilcilerin yan yana geldiği toplantılarda olamayan, bütün bu kurumları aşan Kadın Meclisleri bu zemin olabilir. Bütün kadınlara açık, her kadının kendi önermesiyle var olduğu böyle bir meclisin önü çok açıktır. Çünkü Türkiye’deki kadın gerçekleriyle ilgili veriler, sadece çıkmazlarımızı anlatmıyor. Aynı araştırmaya göre, kadınların gördükleri şiddeti anlatma oranları önceki yıllara göre artıyor. Korunma başvurusu oranı da halen çok düşük olsa da artış gösteriyor. Ve daha da önemlisi; Türk Medeni Kanunu'nda yer alan evlilik yaşı, nikâh türü ve mal paylaşımına ilişkin yasal durumlar, kadınların yüzde 80’inden fazlası tarafından duyulmuş durumda. İşte iktidarın bütün gücüyle tersini yapmasına rağmen, bu verilerdeki iyileşmenin onuru da kadın mücadelesine aittir.
Ama aynı zamanda -ne iyi ki - medeni haklarının farkına varmış olan %80 oranı oluşturan kadını örgütlemek de boynumuzun borcu. Önümüz de açık çünkü kadın düşmanlarının daha kritik ve baş edilmesi zor bir çıkmazı var: iktidar, kadınları eve dönmeye ikna etmek, fıtrat anlatmak için bile olsa evden çıkarmak zorundaydı, çıkardı. İsteseler de istemeseler de bu mecburen devam edecek. Her zora dayalı rejimde olduğu gibi zıtlıklar bir arada olacak; rejim otoriterleştikçe isyan da örgütlenecek.
İsyanın hakkını vermek, çözüme kavuşmak için de Kadın Meclisleri şart. Kadınların çıkmazları varsa, çözümleri de var.