Bizim memlekette yaz mevsimi, kadınlar için hiç de yaz gibi geçmez. Her gün öldürüldüğümüz yetmezmiş gibi, her yaz hayatımıza kastedecek yeni taslaklar önümüze getirilir. Bu sene de öyle oldu, tam kadınlar kamusal alanda kıyafetleri bahane edilerek uğradıkları saldırıları protesto ederken, aynı hafta müftülere resmi nikah kıyma yetkisi verecek Nüfus Kanunu değişiklikleri gündeme geldi. Kadınlar gayet güçlü biçimde anında tepki verdiler, “müftü işine bak, hayatıma karışma” dediler.
 
Yaz geçti, Meclis açıldı, sanki taslak eleştiri değil de beğeni almış gibi Meclis açılır açılmaz ilk iş olarak gündeme getirildi. Kıra döke zora dayalı biçimde alt komisyonlardan geçirildi, şimdi genel kurula gelmesi bekleniyor. Bu arada Adalet Komisyonunda dört oya karşı üç red oyuna yani neredeyse yarı yarıya itiraza rağmen geçirilmesi, akla meclisteki yangından mal kaçırırı gibi yapılan referandum görüşmelerini ve elbette referandum sonuçlarını getirdi.

Toplumun en az yarısının reddettiği bir öneri, yine topluma zorla dayatılıyordu. Üstelik bu yalnızca işleyiş ile ilgili yönüydü, taslağın içeriğindeki “din görevlilerinin resmi işlem yapmaları” ise laiklik ilkesinin lağvedilmesi demekti. Oysa apaçık biçimde din görevlisi ehliyet veremediği, pasaport veremediği gibi “aile cüzdanı” da veremezdi.

Nitekim taslağın asıl amacının laikliğe saldırı olduğu daha ilk dakika ortaya çıktı. “Yetkinin imamlara da devredilebileceği tehlikesine” dikkat çeken tepkilere, şimdiye kadar hükümet yetkilileri “yok canım sadece müftüler” savunmasıyla karşılık vermişti. Ama daha ilk adımda, metne “müftülüklere” ibaresi ekleyerek kendi savunmalarını boşa düşürdüler, imamlara resmi nikah yetkisi tanımak istedikleri apaçık ortaya çıktı. Böylelikle boşa endişeleniyormuşuz gibi sundukları diğer tüm tehlikelerin de aynen bu kadar gerçek olduğu anlaşılmıştır sanırım. Yani imamlar “sadece aynı resmi nikah işlemi yapacak” değildir; evlilik, miras ve medeni hukukla ilgili her şeye el atabilecektir, bütün bunlarda ola ki taslak geçerse, anayasaya aykırı olsa da uygulayacakları ilk “fiili durum” ile kesin görülecektir.

Sonuçta şu anda taslağın genel kurula gelmesi beklenen hali bile komisyondan geçmiş hali değil, bizi üzerine keyfi eklemeler de yapılmış bir metin bekliyor. Tıpkı kamuoyunun “tecavüz” önergesi diye bildiği çocuk cinsel istismarı önergesinde olduğu gibi fırsatçılık ve büyük bir ahlaksızlıkla daha neler eklenecek kim bilir? Bunları tahmin de edebiliriz çünkü bu taslağın şöyle bir tarihi arka planı var:

1. Önce 2015’te resmi nikah şartı olmaksızın imam nikahı yapılması yasallaştı,

2. 2016 ‘da TBMM’de “Ailenin Korunması” gayesi ile kurulan Boşanma Komisyonu kadın haklarını hiçe sayan, 6284sayılı Şiddetten Korunma Kanunu, Medeni Kanun ve İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmeler dolayısıyla anayasa ile çelişen bir rapor yayınladı. Cinsel istismara uğrayan çocukların tecavüzcüsüyle “evliliklerine” cezasızlığı öneren rapor kadınların büyük tepkisiyle karşılandı,

3. Aynı yıl  raporun bazı maddeleri Çocuk Cinsel istismarı ile ilgili “Tecavüz” önergesinde gündeme geldi, hepimizin hafızlarında taptaze olan o güçlü tepkiyle geri çevrildi.

Şimdi de kadınların sürekli reddettiği bu şer’i hukuk önerileri tekrar torba bir kanun ile dayatılıyor, toplum kıra döke kabulu için zorlanıyor. Neden?

Kadınların onlarca sorunu var iken, neden evlenme ve boşanmaya kafayı takıyorlar? Neden laiklikten bu kadar nefret ediyorlar?

Çünkü sadece laikliği keşfetmiş bir toplumda, bir cinsiyetin diğeri üzerinde, bir kişinin tüm toplum üzerinde egemenliğini meşrulaştıracak olan kutsallık haleleri dağılır gider.

Sadece laik bir toplumda baskı, tanrısallaştırmayla aklanamaz. Buna izin verilmez.

Erkeğin kadın üzerinde “fıtrat” sayılan egemenliğinin  -bu tarihin en eski en adaletsiz ve en berbat efsanesinin-  yıkılmasının önü açılır. İşte bu yolu kapatmak istiyorlar; sadece kadınların başını kapatmak, eve kapatmak, ayrı bir vagona, otobüse kapatmak değil, dine dayanarak önümüzü kapatmak istiyorlar. Laiklik kadınlar için bu yüzden renkli bir elbise ve daha ötesidir; yasa önünde erkekle eşit haklara sahip olmanın güvencesidir.

Taslak ile ilgili reel olarak durum şu: oy çoğunluğuna sahip olan hükümet yasayı, hep yaptığı gibi zora dayalı olarak geçirebilir. Ya da aklın başına toplayıp geri çekebilir. Ya da o geri çekmese bile, her partiden vekiller, gerçekten görevlerini yapar, kadınların ve toplumun çıkarını savunarak öneriyi reddedebilir.  Bu seçenek için elinden geleni yapan kadın örgütleri elbette günlerdir sürdürdükleri eylem ve mücadelelerine devam edecek.

Ve sonuç ne olursa olsun, kadınlar yasal haklarını kaybedecekleri biçimde imama resmi nikah olmaya gitmeyecekler. Laikliği bir insan ömrü kadar yaşamış bu toplumda kadınlar, hangi görüşten olursa olsunlar, asla kendi oy haklarından,  şahitlikte ve yasal diğer haklarda eşit olmaktan vazgeçer mi sanıyorlar?  Kadınlar tanrıya da inanabilir ama “senin Allah’ın benim, yasa benim” diyen erkeklerin tanrı olmadığını bilirler.

Türkiye’de kadınlar, “peçelerini çıkarıp yüzlerini gün ışığına çevireli”* çok zaman oldu. Gün ışığından, dünyayı kendi gözleriyle görmekten asla vazgeçmeyecekler.  


*Fatmagül Berktay