Bu “Medeniyet yabancıyla başlar” sözünün anlamı; “ensest yasağı” dır. Uygarlığın, kültürün ve modern anlamda bir etiğin oluşmasında “ilk yasak” ve arkasından gelen “mutlak yasak” diye tabir ettiğimiz “işkence mutlak yasaktır” gibi insanlık onurunu korumaya dönük düsturların yeri var. İnsanlık tarihini anlayıp kavramamızı sağlayan bu çekirdek bilgileri ise bize bilim verir. Antropoloji, psikanaliz, etik, sosyoloji…Yani modern bilimin parçaları olan modern sosyal bilimler.
Bunları neden anlatıyorum?
Şu anda yaşadığımız “ensest” tartışmasının, şu anda yaşanmasının tesadüf olmadığını anlatmak için. “Oranlar” üzerinden yürüyen bu tartışmanın kendisi, nasıl bir medeniyet kaybı içinde olduğumuzun belgesi adeta. “Çürüme” var diye işaret ettiğimiz olgu, tam bu işte ve durduğu yerde durmuyor, her yere yayılıyor.
Bilimin ve insanlık onurunu koruyan modern hakların müfredattan kovulması, kör inanca dayalı bir rejim kurulması gündemdeyken “ensest” tartışması hiç tesadüf değil.
Bu tartışmanın kendisi, etiği kaybetmenin kanıtıdır çünkü etik bununla başlar.
Bu yüzden biz toplumuzda ensestin olup olmadığını veya hangi oranda olduğunu kanıtlamak zorunda değiliz kardeşim. Ne münasebet.
Ensest dünyada da var, Türkiye’de de var. Oran gerekmez, somut olgular yeterlidir.
İlk yasak olmasına rağmen dünyada da ortadan kalkmış değil. Dünya çapında bir dekadans söz konusu olduğundan belki başka ülkelerde de artıyor, bilemiyorum. Bazı popüler yapımların çaktırmadan estetize etmesi ya da popüler isimlerin yaşantılarında normalleştirilmesinin de mutlaka olumsuz etkisi oluyordur.
Bildiğim şu ki; bütün bu müsibetleri -evet ensesti bile- başımıza getiren, insana en yakışan rejim olan sosyalizmin ışığının, dünya çapında azalmasıdır. Böyle belalardan ancak eşitliği yüceltip, yabancı düşmanlığını mahkum eden, kadın ve çocukları özgürleştiren bir rejimle tam olarak kurtulabiliriz. Bugünün koşullarında da elbette azaltabiliriz, azaltmalıyız da. Ama cinsel sömürünün, insanın insanı sömürmediği bir dünya kurana, sömürü ortadan kalkana kadar yeniden hortlayabileceğini de unutmamalıyız.
Türkiye’deki somut duruma gelirsek, genellemeleri aşan vahametle karşılaşıyoruz. Çünkü halihazırda bizim coğrafyamızda geçmişten gelen berbat gelenekler nedeniyle daha sık yaşanan, “akraba evliliği” diye normalleştirilen bir olguyla karşı karşıyayız. Başta kız çocukları olmak üzere çocukların hayatına mal olan bu arkaik geleneklerle uğraşmamız gerekirken tam tersine modern hakları kovup berbat geleneklere göre bir toplum kurmak isteyen ve bu konularda toplumu yalnız bırakan bir iktidara denk geldik.
Hemen her gün bir hurafeye dayanan bir habere hatta yasal düzenlemelere uyanıyoruz.
Kadınlar yıllardır “fıtrat” hurafesi yüzünden öldürülüyor. Yetkililerin ya da resmi kurumların ve asıl sorun olarak hiç de yetkili olmayanların “12 yaşında kız çocuğu evlenebilir”, “bir kereden bir şey olmaz”, “baba şunu yapabilir.., “anne şudur budur” gibi yazmak dahi istemediğim skandal açıklamalarıyla çok sık karşılaştık. Bütün bunlar birikiyor. Son dönemde ise müftünün resmi nikah kıymasından MEB müfredatına, “dünya düz” den tarihi eserleri yok etmeye, laiklik ve modernlikten uzak biriken ne varsa hepsini toplamından bir dünya kurmak isteyen rejimle karşı karşıyayız.
Bu yozlaşmadan ne çıkar?
Çıka çıka geride bıraktığımız bütün berbat geleneklerden oluşmuş hortlaklar çıkıyor işte.
Sorun ne yazık ki ensest bile değil; Emani çocuğunun gözleri önünde tecavüz edilerek öldürülmedi mi? Adamın biri “dünya düz” demedi mi? MEB’in o yırtıp atılası kitaplara yazmadığı bir rezalet kaldı mı? Her gün boşanmak istediği için kadın öldürülmedi mi?
O cemaat yurtlarında çocuklar toplu olarak istismar edilmedi mi? Diri diri yanmadı mı? Cinsel istismara uğrayan çocukların davalarında yargıdan kaçmak isteyen aileler, suça karışan yetkililer olmadı mı? TBMM’de bütün bunları aklamak için “utanç önergesi” sunulup o eller kalkmadı mı? Ne oranı konuşuyorsunuz? Bütün bunlar teknik bir mesele mi?
Sadece canlıya değil, korunması gerekli her şeye barbarlar gibi kıyılmadı mı? Hasankeyf dinamitlenmedi mi? Sur yıkılmadı, ağaçlar kesilip beton kaplanmadı, ormanlar yanmadı mı?
Bütün bunlara lütfen o ergen klişesiyle (ki ülkemizde yetkililer ergenleri geride bırakıyor) cevap vermeyelim; “ne alakası var?” demeyelim. O ucube fotoğrafla ilgili Hulusi Akar’ın “ne alaka” cevabı bu topluma yakışmaz.
Yaşadığımız ciddi meselelerle ilgili biraz ciddi olalım.
Ensest ciddi bir meseledir. Bu toplumda ne yazık ki yaygın olarak yaşanıyor, son yıllarda rejimin gidişatı nedeniyle artıyor. Ensest artışı da, diğer tüm fenalıklar gibi, çürümenin parçası.
Oran önemli değil, gidişat vahim. Ahmet Hakan ve konuyu teknik olarak tartışmaya çalışan herkese sesleniyorum; somut olgular ortada ve sorunlarımız politik. Böyle yaparak çürümenin parçası olmayın, böyle bir konuda bile kutuplaşma olmasın diyorsak, onu yaratan siyasetle hesaplaşalım.
Hesaplaşma ve çürümeyi durdurmak mümkündür. İktidarın elinde sayısız imkânla yapılan tüm etik dışı kışkırtmalara rağmen, bu toplum yine de iyidir, etiği kaybetmeyecek. Tüm iyi sözcükleri aslına, anlamına kavuşturacak.
Hurafelerden kurtulmuş iyi bir eğitime tüm çocuklar kavuşsun diye mücadele ediyor, halk herkes için laik eğitim istiyor.
Dikiş tutmayan bir toplumda, insanlığın iyiliği için ayakta kalanlar kazanır. Kadınlar nasıl o ilk tekmenin cezasız kalmamasını sağlayıp mücadele ile kazandıysa, o ilk iyi kurallar için, medeniyet ve insanlık onuru için mücadele edenler de kazanacak.