“Nüfus Hizmetleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Tasarı” ile evlendirme yetkisi il ve ilçe müftülerine de verilmek isteniyor. Belediyelerde resmi nikahla evlenenler dini nikah da yaptıramıyor mu? Yaptırıyor. Öyleyse bu gündem neden ileri sürüldü?

Bu gündemin asıl hedefi laiklik ilkesini aşındırmak ve içini boşaltmaya çalışmaktır.

Yeni düzenleme girişimi öncelikle prensip olarak kabul edilemez.

Eğer laiklik prensibi hala geçerliyse, din konusuyla ilgilemekle görevlendirilmiş ve sınırlı tutulmuş bir hiyerarşik yapı diğer idari ve kamusal hizmet alanlarına el atamaz. Müftüleri içinde barındıran Diyanet İşleri din ve devlet işlerini ayrı ele almak üzere, ayrıca oluşturulmuş bir yapıdır. İşlevi zaten din işlerinin ayrı ve kendine özgü olarak ele alınmasını sağlamaktır. Düzenleme bu iken Diyanet İşleri’ni farklı işlevlerle donatmaya kalkışmak laiklik ilkesinin göz göre göre ihlal edilmesi anlamına gelir.

Napolyon’a subayı gelmiş ve “komutanım savaşamıyoruz” demiş. Napolyon “neden?” diye sormuş. Subay “komutanım kırk tane sebebi var” demiş, “bir, barut yok”. Napolyon “dur” demiş, “daha sayma”.

Bu yeni yasal düzenleme asla kabul edilemez çünkü dinle devlet işlerinin ayrı olması esasına uymuyor.

O kadar ve bundan taviz verilemez.

Buna ne diyecek AKP’nin kifayetsiz savunucuları? “Efendim laikliğe biraz aykırı ama zararı yok. Zaten müftüler aynı mevzuata göre nikah kıyacak.” Olamaz laikliğe biraz aykırı da olunamaz.

İkinci hamlede ne diyecekler? “Aynı uygulama başka ülkelerde de var ve kiliselerde resmi nikah kıyıldığını görüyoruz.” Bu da doğru değil zaten ama diyelim ki örnek teşkil etsin. Ülkemizdeki sorun bu ve benzeri düzenlemelerden fiili durumlar yaratmak ve ondan yararlanarak fiili durumumun yasallığa kavuşturulması gerektiğini ileri sürmektir.

Ülkemizdeki son yaşanan çok büyük sancılı süreç, başkanlık sisteminin getirilmek istenmesiyle ilgiliydi. Bunu danışıklı dövüşçü Devlet Bahçeli “fiili durumla hukuki gerçek taban tabana zıtlık içermektedir, fiili durum hukuki boyut kazanmalıdır” açıklamasını yaparak başlattı.

Erdoğan ne dedi? “İster kabul edilsin ister edilmesin, Türkiye'nin yönetim sistemi değişmiştir. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleştirilmesi, kesinleştirilmesidir."

Sonuç olarak bizim ülkemizde sağcı siyasetçiler için önemli olan fiili bir durum yaratabilmek. Bu tablo yaratılabilirse eğer bunu derhal hukukileştirmeyi kendilerine hak olarak görüyorlar.

Buraya nasıl gelinmişti pekala?

21 Ekim 2007 tarihinde cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi sonucunu ortaya çıkaran anayasa değişikliği referandumuyla. Bu referandumda karara bağlanan esas olarak cumhurbaşkanının seçilme şekliydi. Parlamentoda gerçekleşen seçim işleyişi yerine cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi tercih edildi.

Cumhurbaşkanının yetkileriyle ilgili bir değişiklik yoktu.

Erdoğan ise bu durumu “eğer halk tarafından seçilmişse, yetkisi ve konumu da değişmiştir” olarak yorumladı. Fiili uygulamalarına böyle bir açık kapı bulduğunu ileri sürerek alan yarattı.

Cumhurbaşkanının seçim usulüne ilişkin tartışmalarda bu yoktu. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı döneminde de bu tartışma olmamıştı. Ne var ki uygun zaman ve koşulların geldiğini düşünen Erdoğan hiçbir rahatsızlık duymadan “cumhurbaşkanının yetkileri” tartışmasını baş tartışma haline getirdi. Neye dayanarak getirdi? Cumhurbaşkanlığı yetkileriyle ilgili değil, seçilmesi yöntemiyle ilgi referanduma dayanarak.

O nedenle “kiliselerinde nikah kıyan ülkeler” gibi olamıyoruz. O ülkelerde kiliselerde nikah kıyılabildiği için” laiklik fiilen ortadan kalkmıştır” demeye hazırlık yapanlar yok.

Sözün özü, bu ülkede böyle anlam kaydırmaları yapılabiliyor. Bu sakıncadan ötürü, laiklikle ilgili olarak devlet işlerinden ayrı durması gereken bir kurumun yapısında yer alan görevliler hiçbir şekilde devlet işlerini yapar hale getirilemez. Devlet, devlet işlerini kendi birimleri ve görevlilerince yapar, diyanet de sadece din konusuyla ilgilenir. Ayrı olmalarının özelliği zaten budur. Buna camdan cama konuşan komşular gibi “canım ne olacak” denilemez.

“Canım ne olacak” demek laikliğin içinin boşaltılması girişimidir.

Bugün müftülere dolayısıyla Diyanet İşleri’ne bu görevi vermeye çalışanlar yarın “canım fiili durumda ayrılık gayrılık yoktur, dinle devlet işlerinin ayrılmasına gerek de yoktur” diyecekler. Senaryo bildiğimiz senaryo. Cumhurbaşkanının seçilmesi yönteminden yola çıkanlar, bütün bir yapıyı bozarak işi başkanlık sistemine kadar taşıdı. Şimdi de yapılacak olan adım budur. Her yeni safhada bir önceki safhadaki zaafa uğratma etkisi meşrulaştırıcı biz zemin olarak kullanıldı.

Toplum bu sefer uyanık olmalı ve oluyor.

Kadınlar “kıyafetime karışma” diyerek yürüyor.  “Müftülerin resmi nikahını istemiyoruz” diyerek seslerini yükseltiyorlar. İşleri sandıkları gibi kolay olmayacak. Herkes boyunun ölçüsünü alacak.

Ayağıma yer edeyim, gör bak sana ne edeyim hokkabazlığı bu sefer tutmayacak.

Kadınlar ve bu ülkenin uzak görüşlü halkı bu yasayı ileri sürenlere “portakal orada kal” diyecek.

 

hakanozturk1871@gmail.com