Adalet Yürüyüşü ve Maltepe Mitingi gerçekleşti.

Bugüne kadar görülmemiş olaylar olarak cereyan ettiler.

Üzerine düşünmek gerekiyor. Üzerine düşünmek sözünü özellikle vurguluyorum. “Zaten biz bu tür olguları biliyoruz” dememek üzere.

Zaten biliyoruz dediğimizde bazı imkanlar tamamıyla kapanıyor.

*

Yürüyüş ve miting, referandumun yönteminin devamıydı. Devamını gerçekleştirmeye çalışmakla en doğru tutumu tercih etti. Solun çoğunluğu “referandum mevzusu bitmiştir işimize bakalım” demekle hata ediyordu. Yürüyüş ve miting solun hatalı yaklaşımını açığa çıkardı. Memleketteki rejim meselesinin asude kenarında solun sözüm ona “kendi işleri” olamazdı, olmadı. Solun “kendi işlerim” diye saydıkları ise paneller, sosyal medyadan basın açıklamaları ya da imzacı listeleri anlamına geliyor. Daha beterlerini saymak istemiyorum. İyi ki solun “kendi işleri”ni yapmak zorunda kalmadık.

Referandumun seslendiği kesimlere yeniden seslenilemez deniyordu, seslenilebildi. Referandumun yöntemini devam ettirmekte gönülsüzlük hakimdi ama yöntem devam etti.

*

Referandumdan sonra sanıldığı gibi sol “kendi gündemleri”ne de dönemedi. Neydi onlar? Yerel sorunlar, kıdem tazminatı ve barış.

Mevcut rejimin ağır bir anti-demokratik uygulaması gündemi belirledi. Mahkeme ana muhalefet partisinden bir milletvekiline 25 yıl ceza verdi. Bu, devamının da geleceğinin habercisiydi. Ana muhalefetin zaten bu gündem dışında bir gündeme yönelmesi mümkün dahi değildi. Doğal olarak gündem rejime ve rejimin demokratik olmayan uygulamalarına karşı “adalet” hedefini ortaya koymak şeklinde tezahür etti.

AKP-Saray çizgisi memleket gerçeğini gözden kaçıranlara, gerçeği en kaba haliyle her defasında hatırlatıyor. Yine öyle oldu.

*

Referandum yönteminin ve gündeminin devam etmesini sol olumlu karşılıyor mu? Elbette ki karşılamıyor. Çünkü kendi çıkarsamaları dramatik bir düzeyde yanlışlanmış durumda.

Yürüyüş ve miting gerçekleşti. Şimdi sanki hiçbir sorun yokmuş gibi sol önümüzdeki sürece doğru müdahalelerde bulunacak diye tahmin ediliyor.

Eğri cetvel doğru çizgi çizemez.

Yöntem solun öngördüğü gibi olmadı, gündem solun öngördüğü gibi devam etmedi.

Bu koşullarda durup iyice bir düşünmek lazım.

*

Sol sürece müdahale anlamında ne düşünüyor?

Daha kendine özgü sözler söylemeyi, ansiklopedik talep sayısını arttırmayı ve güya polisle daha fazla karşı karşıya gelen eylemler yapmayı. Üçü de yanlış.

Eğer sorun ülkenin topyekûn olarak diktatörlüğe doğru sürüklenişiyse, en sola özgü ya da “radikal” sözler uygun olamaz. Bilakis herkesi kapsayan, herkesin benimseyebileceği, en kısa ve özlü şiarlar ileri sürülmelidir. Bu aşamada “özel mülkiyetin ilgası” ne kadar soylu bir girişim olsa da önerilemez.

Eylemler sürecinin çok net, somut ve dar bir hedefi olmalıdır. “Adalet” şiarı bu anlamıyla son derece olumlu bir örnektir. Sol tarafından müdahale edilecek bir yanı da yoktur.

Bu çapraşık konu sadece son “Adalet Yürüyüşü” zamanında ortaya çıkmadı. 7 Haziran 2015 seçimlerinde de benzer bir cevaplandırılması gereken soruyla uğraştık. O zaman Selahattin Demirtaş grup toplantısında kürsüye çıkıp “ben bugün kürsüye sadece bir cümle söylemek için çıktım” dedi, “seni başkan yaptırmayacağız”.

Cevap buydu, siyasetimiz buydu. Ansiklopedi değil üç kelime. O üç kelimeyle yeri göğü inlettik ve yüzde 13 oy aldık. Doğru solculuk oydu, doğru müdahale oydu.

*

Selahattin Demirtaş yapınca oluyor, referandumda hepimiz sadece “hayır” dediğimizde oluyorsa, sadece “adalet” denilince olmadığı nasıl söylenebilir?

Mızrağımızın ucu ne kadar ince olursa, hedefimize o kadar derin ve güçlü saplanabiliriz. Savaş aletlerinin ve savaşın kuralı budur. Aynı anda bütün kutsal ineklere saldırılmaz.

Demirtaş üç kelime söylediğinde arkasında politik programı ve başkaca sorunlar yok muydu? Vardı ama o en öne üç kelimeyi koydu.  Üç kelime en ön cephede savaştı ve karşı cephenin hatlarını yardı geçti.

Gezi’de de sadece üç ağaç vardı.

İktidardakiler “mesele üç ağaç değil, hala anlamadınız mı?”  diye dövünüp duruyorlar o günden beri. Varsın dövünsünler. Biz üç ağaçla, üç kelimeyle başlayıp doksan dokuza gelebiliriz.

*

Halk bir konjonktürde hareketlendiyse eğer mevcut politik örgüt, parti ya da örgüt kombinasyonları dışında bir ara örgütlenmeye ihtiyaç var mı? Buna neredeyse bütün ülke solunun cevabı “hayır ihtiyaç yok” yönünde. Neden?

Bir: Diyelim ki mevcut siyasi örgütler ve partiler dışında bir örgütlenme olursa, halk bizim örgütlere gelmez oraya gider. Kendi aleyhimize bir iş yapmış oluruz diye düşünüyorlar. Halk illaki örgütlenmek istiyorsa gelsin mevcut örgütlerden birine katılsın. En kaba olan görüş bu ve çok yaygın.

İki: Zaten bizim örgüt de halkın arayış içinde olduğu örgüt gibi “meclis görünümünde”, buyursun gelsin. Cem Yılmaz’ın esprisindeki “mukavvadan ev yapan yaşlı teyzeyle çocuğun diyaloğu”. Tam mukavvaya ev çizilecekken teyzenin “gerçi burada zaten çizilmişi var” demesi. Zaten çizilmiş, zaten kesilmiş, zaten yapıştırılmış mukavvadan ev. Hiç oraya gitmeden “çizmedin ki kesesin” demek gerekiyor.

Buradaki meclis görünümündeki örgüt, sıklıkla mevcut siyasi eğilimin yan örgütüdür. Siyasi eğilim meclis görünümündeki yerleri aslında şubeleri gibi görür ve öyledir. O meclislerde olan tartışmalar sonucunda bir karar alınmaz. Siyasi eğilim o birimlere kararını bildirir.

*

Sol «sovyet» gibi bir meclisten kaygı duyuyor.

Öyle bir meclise akla yatkın, politik bir öneri götürüp, bütün meclisler toplamından bir karar çıkartmaya çalışmak çok zor ve uzun iş olarak gözüküyor. Öncelikli olarak var olan politik yapıların, böyle bir işi hayata geçirecek kadar canlı bir politik merkezleri yok. Oralardan kitleleri harekete geçirmek üzere bir politik önerinin çıkması imkanı bulunmuyor.

Var olan politik yapıların şu anki işi en fazla gidip diğer politik yapılarla görüşmek olabiliyor. Hiçbir çevre halktan insanları kendi muhatabı konumuna getirmek istemiyor. “Bir de başıma bunu mu çıkaracağım” diye düşünüyor.

Bu kısır döngüyü kırmanın tek yolu halkın hiçbir politik eğilimin vesayeti altında olmayan kendi meclislerini ortaya koymasıdır. Eğer bunu yapamazsa “sosyalizmin iktidarı”nda dahi gün yüzü göremeyecektir, kaldı ki görmemiştir. Kendi meclislerini kurup sürdürebilen halk ister bir devrimci örgütün politik önerilerini benimser, istemezse benimsemez. İster bir devrimci örgütün üyesi olur, istemezse olmaz.

Bu, halk örgütsüz ve seçeneksiz bırakılarak değil hayatın akışına göre olacaktır.

*

Zor kuvvetlerinin müdahale edemeyeceği eylemlere yönelmek gerekir. Aksi takdirde iktidar, yapılmaya kalkışılan bütün eylemlere müdahale eder ve toplumu korkutarak pasifleştirir.

Adalet Yürüyüşü’nde otoyolu trafiğe kapatmaya kalkışmamak doğruydu. Protestolara alkışla cevap vermek doğruydu. Koca koca pankartlar taşımamak doğruydu.

Eğer sol bunların tersini yapmak yönünde bir “radikalleşme”den bahsederse yanlış yapmış olur.

Önemli olan milyonların vakterişip «gayrık yeter» demesidir.

Ve bir kerre dediler mi, İsrafil surunu urur,  mahlûkat yerinden durur…

hakanozturk1871@gmail.com