Adalet Yürüyüşü, şimdiden ülkenin politik tarihinde önemli bir köşe taşı haline gelmiş durumda. Gerçekten de İstanbul’a mesafe azaldıkça yürüyüş çoğalıyor. Adaletsizliği hisseden birbirinden farklı on binlerce yurttaş yürüyüşe katılıyor, milyonlarca yurttaş katılamasa da destekliyor. Hatta AKP’nin kendi yaptırdığı ankete göre bu desteğin içinde AKP’ye oy veren seçmenin en az yarısı da var. Böyle olabileceği,  yürüyüşe karşı Rabia işareti yapanların bile bazılarının yürüyüşün heyecanına dayanamayıp bir yandan da sevinerek çekim yapmasından anlaşılıyordu ama anketle beraber veriyle ortaya kondu. Toplumun yüzde 76’sının Türkiye’de adalet olmadığını düşünmesi çok önemli bir veridir. Bu kadar milyon insan yaşadığı ülkeyi adaletsiz buluyorsa, o ülkeyi değiştirebilecek büyük bir kuvvet var demektir. Anket sonuçları, yürüyüşün “adalet” adını almasının ne kadar isabetli ve kapsayıcı olduğunu da bir kez daha doğruladı.  Adalet kavramını “yansız biçimde ihtiyacı olana ihtiyaç duyduğunu sağlamak” olarak tanımladığımızda, yürüyüşün kendisinin, ihtiyaca seslenen adil tutumuyla adaletin kendisi haline geldiği söylenebilir. İlk adım bu kadar isabetli olduğu için şimdi binlerce adım oldu. Hayır Hareketini de aşan milyonları örgütleyebilirse ülkenin makus talihini değiştirebilecek büyük bir siyasi kuvvete dönüşecek.

Adalet Yürüyüşü’nün yarattığı ümidin yanı sıra, kavramın kendisini gündeme getirmesi, tartıştırtması da iyi oluyor. Neyin gerçekten adil olduğunu birlikte gözden geçirmek, bu sefer adaleti daha sağlama bağlayacak, bizi adil bir topluma daha çok yaklaştıracak. Siyaset felsefesinin modern öncesi dönemde de, modern dönemde de en çok üzerinde durduğu kavramı, Hayyam nihayetinde “adalet evrenin ruhudur” diye bağlamış. Burada “ruh” olarak kastedileni belirsiz, mistik bir şey değil “Gezi Ruhu” gibi somut bir eşitlik arzusu olarak düşünebiliriz. Ve Gezi nasıl yaşadığımız somut ülke şartlarında somut ihtiyaç ve taleplerle doğdu ise adalet yürüyüşü de öyle oldu, adaletin kendisi de öyledir. Onu, matematik bir eşitliğin soyutluğunda değil, somut ihtiyaçların karşılanmasında eşitlik sağlanmasında buluruz. Aslında sadece tarafsızlık değil “eşit olmayanlar” için taraf olmaktır adalet, “hakkaniyettir”.

Buradan kadınlar için gerçekten adil bir dünyanın ne anlama geldiğine geçebiliriz. Bize daha doğduğumuz andan itibaren adil davranmayan bu dünyada, erkeklerle eşit haklarla yaşamak istiyor, buna ihtiyaç duyuyoruz. Ama bugün bunu sağlamak için bir tür eşitsizlik gerekiyor; kadınlar için özel bir önlem; pozitif bir ayrımcılık ile ancak eşitlenebiliyoruz.

Kadınlar ve adaletten konuşunca AKP orijinli kadın örgütlerinin Rawls’ın adalet teorisini “fıtrat tezine” uygun tarzda istismar ederek oluşturdukları uydurma tezleri de açıklığa kavuşturmakta fayda var. KADEM gibi kurumların savunduğu merhamet temelli “adalet”, eşitliği sağlamayı değil eşitsizliği mutlaklaştırmayı hedefliyor. AKP’nin belediyeler eliyle kadınları muhtaç ederek yaptığı yardımlar, süt izni, bakım maaşı, esnek çalışma, pembe otobüs vb. işler, sonuç olarak kadınların ezilmesi gerçeğini örterek adaletsizliği hiç dokunmadan kalıcılaştırıyor. Kadınları ev içinde güçlendirmediği gibi, kocaya ve o yardımı yapan siyasete kölece bağlayan bu anlayışın adalet ile zerre kadar alakası yoktur.

Meclis’e Türk Ceza Kanunu’nda kadın cinayeti davalarında uygulanan indirimlerin kaldırılması için teklif götürdüğümüzde, bazı erkek hukukçu vekiller bize bunun anayasal eşitliği bozacağını söylüyordu. İlginçtir, AKP de hiç savunmadığı eşitliği burada hatırlıyordu. Hâlbuki gerçek eşitliği sağlamak, ancak kadınlardan yana taraf olarak sağlanabilir. Kadınların gördüğü ayrımcılığı önlemek için “ayrımcılık yapmak” anayasaların eşitlik ilkesine aykırı değildir. Çünkü tarihin en eski ezilenleri olan kadınların önünde engeller var, bunları kaldırmak için pozitif bir destek, aslında borçlu olunanı teslim etmek şart. Yurttaş hakları bildirgelerinde eşitlik yazmasına rağmen kadınların oy hakkına ancak bu belgelerden iki yüzyıl sonra mücadele ederek kavuşabilmeleri bunun kanıtı. Yasa üzerinde kazandığımız tüm diğer hakları tam eşitlik içinde yaşayana kadar da bu mücadele sürecek.

Türkiye’de bugün mücadelenin sertleştiği koşullarda yaşıyoruz çünkü bize gereken pozitif ayrımcılık iken tam bir negatif ayrımcılıkla karşı karşıyayız. Yaşadığımız şiddet bunun sonucudur. Şiddeti durdurmak için gerekli adımların her birinde ciddi bir adaletsizlik var:

       1.İlk adım; şiddetin ortaya çıkışını zorlaştıran eşitlikçi bir toplum. Bu bir aşı gibi koruyucu önlem anlamına geliyor. Ama biz kadın-erkek eşitliğine inanmayanların yönettiği, kadın işsizliğinde Avrupa birincisi, diğer eşitlik göstergelerinde dünya sıralamasında giderek geriye düştüğümüz şartlarda yaşıyoruz.

       2.Kadınlara yönelik aktif bir tehdit, şiddet söz konusu olduğunda etkin koruma şart. Bizde ise 6284 Sayılı Koruma Kanunu uygulanmıyor; ödediği vergilerle o kamusal kaynakları yaratan kadınlardan A4 kağıt bile esirgeniyor; kadınlar evine geri gönderiliyor, öldürülüyorlar. Kadınların hakları olandan ölmemek için bile yararlanamaması, adaletsizliğin görülmemiş bir boyutudur.  

       3.Kadınlar için eşitlikçi bir toplum yaratılmadığı, koruyucu tedbirlerin alınmadığı şartlarda ağır şiddet biçimleri, ağır zararlar ortaya çıktığında başvurduğumuz yargı sürecinde ise adaletsizliği en cisimleşmiş haliyle yaşıyoruz. Caydırıcı cezalar gerekirken cezasızlık artıyor, indirimler ile erkek şiddeti aklanıyor. Yargının kadınlar zarar gördüğü halde adeta yine kadınları cezalandırması da, adaletsizliğin ölçülemez bir boyutudur.

       4.Buraya kadar yapılması gerekenler yerine getirilirse şiddet kademe kademe azalır ama yetmez, sonrası için kadınların geleceği için güçlendirilmesi; eğitimde, çalışma hayatında, siyasette önünün açılması gerekir, adalet ancak böyle sağlanır. Bizde ise kadınlar kamusal hayatta her gün saldırıya uğruyor, dışlanmaya çalışılıyor, kadın siyasetçiler tutuklanıyor, dernekler kapatılıyor.

Biz bu adımların tam tersi yapılarak şiddet kademe kademe artırıldığı için saymakla bitmeyecek kadar somut haksızlık yaşıyor, büyük bir adaletsizlik denizinde hak arıyoruz.

Ama şimdi bir de büyük bir adalet denizimiz; yürüyüşümüz var.

Haksızlık yaşayan birçok yol arkadaşımız gibi adalet talebimizi güçlü biçimde dile getirme imkânı bulduk. Adliye adliye aradığımızı şimdi otoban boyunca şehir şehir söylüyoruz. Ayrıca yürüyüşün -başarılabildiği oranda- kadınları şeklen değil gerçekten önemseyerek, önünü açarak güçlendirerek, siyasette özne kılarak birlikte yürümeyi sağlaması muhalefeti de geliştiriyor, tüm toplumu etkileyecek iyi bir örnek yaratıyor. Şimdiye kadar içinde kadınların güçlü biçimde içinde yer aldığı yürüyüşçüler, sıcağa ve zor koşullara rağmen dirayet ve mutlulukla dolu devam ediyor. Adaletin arayışı kadar bile yarayışlı geliyor herkese. Bu da bize adaletin sağlandığı, kadınların önüne engel konulmadığı bir topluma kavuştuğumuzda ne kadar iyileşeceğimizi gösteriyor.

Hem adaletten kendi payımıza düşeni almak, hem de tüm toplumun adalete kavuşup iyileşmesi için yürümeye devam ediyoruz.