Ve ezilenler için, kendi varlığını, kentin merkezi meydanlarında ortaya koymanın ne kadar hayati önemde olduğu bir kez daha ortaya çıktı: İstanbul valisi, bir kez daha Taksim Meydanı yasağını tekrarlayıp şehrin en uzak yerlerini gösterdi işaret parmağıyla.
Oysa oraya gitmesi gereken yalnızca temel hizmetlerdir, eşitliktir.
Oradaki herkesin kent yaşamını eşit biçimde yaşaması için. Halk dilediği zaman dilediği biçimde merkeze gelir, bazen gezmeye, bazen kutlamaya, bazen de tarihine sahip çıkmaya.
1 Mayıs’ta böyledir ve bu engellenemez. Yani onu önlemek fiziki bir şey değildir; olağan, doğal olan bir durumdur halkın meydanlara gelmesi.
Devletin olağan olanda her seferinde olağanüstü hal yaratması, o gün kent yaşamını zorlaştırması, en hafif tabirle mantıksızdır bu çağda. Şimdi köprüleri bile kapatacak, Taksim Meydanını halka kapatmaya çalışmak için yine hiçbir masraftan kaçınmayacaklar. Amaca bakın; halka ait olanı halka kapatmak. Bu kadar normal olanı, anormalleştirmeye çalışmak. Amaç bu.
Ama hayatımızda gerçek “olağanüstü” durumlar, gerçek normal olmayanlar var: Türkiye’de her gün yaşanan kadın cinayetleri böyle mesela. Ve artıyor, niteliği değişiyor, korunma altındaki kadınların öldürülme oranı yükseliyor.
Toplumun diğer tüm sorunları, hakları ve beklentileriyle ilgili olduğu gibi, burada da çözüm yerine sorunun üstünü örtmeyi isteyenler, “artmadı, sadece görünürlük arttı” diyerek, basına ayar verip kadın cinayetlerini haber yaptırtmamayı bile denediler.
Bu da nafile bir çabaydı; gerçeğin üzeri örtülemez; hem sorunun devam ediyor oluşu hem de kadın cinayetlerini durdurmak için önemli bir mücadelenin varlığı, bunu yapabilmelerini önlüyor.
Doğrusu; kadın cinayetleri arttı ve bunu bu uğurda mücadele eden kadınlar değil, 2009 yılında dönemin Adalet Bakanı’nın bir soru önergesine verdiği yanıtta söyledi. İşte o meşhur olan “kadın cinayetleri %1400 arttı” verisinin kaynağı, bakanın boş bulunup söyledikleridir. Bu cümlenin üzerine büyük bir toplumsal mücadele yükseleceğini bilse söylemezdi, sonradan çok pişman da olmuştur. İkincisi, görünürlük de ancak bu mücadele ile kazanıldı.
Kendi hayatını seçmek istediği için öldürülen her kadın kardeşimiz mücadele veriyordu. En başta bu uğurda can veren kadınların ve onların hakkını yerde koymayanların mücadelesi ile görünüyoruz. Sorun sürdüğü sürece görünür, twitter’ı durdursanız bile. Gerçekten dursun istiyor isek, sorunu çözmeliyiz.
Çözümde en acil olan, cankurtaran şey koruma yasasının uygulanması. Kadınlar bu yasadan yararlanmak için çırpınıyor. Ama hayatları tehlikede iken korunmak için devlete sığınmak istediğinde bir kez olsun 1 Mayıs’ta gösterilen “masraftan kaçınmama” ile tutumuyla karşılaşmıyor. Bunun yerine “A4 kağıdımızı bitiriyorsun, gelme” diyorlar.
Kadınların korunma kararlarının sadece kağıt üzerinde kalması, o esirgedikleri kağıtların öldürülen kardeşlerimizin çantalarından çıkmasından rahatsız olmuyor, kağıt israfına takıyorlar.
Oysa şimdi 1 Mayıs’ta göreceğimiz gibi çok kaynak var, çok. Bu kamusal kaynakları kadınlar çalışmıyor evde olsalar bile kullandıkları su- elektrik, telefon ile vergiler ile kendi elleriyle yarattılar. Ve şimdi bu kaynaktan herhangi bir şey, bir lüks tüketim, havuzlu villa filan için değil, sadece hayatta kalmak için yararlanmak istemelerinden daha makul bir şey olabilir mi?
*
Kadınların bu en haklı sözlerini, en evrensel hak arama meydanında; 1 Mayıs’ta dile getirmesi lazım.
Bunu da “yaşam hakkına” saygı duruşuyla; başkalarının yaşamı uğruna ölenlerin hatırasına sahip çıkarak layıkıyla yapmak lazım.
Öldürülen kadın kardeşlerimizin,
77’de kaybettiklerimizin ve yıllar sonra onların yanına Gezi Direnişi’nden giden kardeşlerimizin hatırasına nasıl sahip çıktığımızı tüm dünya halklarına göstermek,
Tüm dünya halklarıyla beraber adalet mücadelesi için Taksim.
Yeni dönemde ve adalet yerini bulana kadar daima Taksim.