Cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru gidiyoruz. Hakim sınıflar her türlü senaryoyu tartışıyor, olgunlaştırıyor.

Sol ne yapıyor?

Sol neredeyse bu beni ilgilendirmez demeye hazırlanıyor. Bu şizofrenik duruma tamamen alışmış durumda. Eğer Türkiye çapında bir olay söz konusu oluyorsa sol bundan kesinlikle hoşlanmıyor. Son seçimlerde “muhtar” deyip kurtarmaya çalıştılar. Şimdi ne olacak?

Japonların bir cüce ağaç yetiştirme sanatı var. Bonzai. Ağaçları hiç büyümeyecek şekilde ekiyorlar, buduyorlar. Zavallı ağaçlar da yıllarca küçücük kalıyor. İnternete girin bakın. Küçük bir saksıda otuz yaşında ağaç.

Bizim Türkiye solunu siyaset anlayışı da bu. Bonzai siyaseti.

Şimdi hemen birileri “e tabi yerelci olmayalım ama maksimalist de olmayalım” kesin der.

Yerelcilik ve yerel diye bir şey yoktur. Bütün konular ülkenin genel gidişatına bağlı olarak şekillenir. Devrimci siyaset ülkenin iyiliği adını ve ülke çapında yapılır. Kesinlikle ve kesinlikle yerellerde yapılmaz. Zaten ülkenin diğer şehirleri yereller ya da taşra değildir. Onlar da ülkemizdir.

Devrimci mücadele şüpheye yer bırakmayacak şekilde maksimalisttir.

Eskiden örneğin “tek ülkede sosyalizm olmaz” diye bir temel saptama vardı. Bu saptamaya her sosyalist kendince hak verir bunun gereğini yapmak gerektiğini söylerdi.

Şimdi yerellerde (neresiyse orası) muhtarlık çalışmasının sosyalizmi hepimize yeter oldu. Tek ülkede bile olamayan şey yerellerde küt diye olabiliyor. Küçük olan güzeldirden, küçük olan sosyalisttire kadar vardık.

Hayır hem o hem o demeden söylüyorum. Reçel muhabbeti yapmayacağım.

Büyük olan sosyalizmdir.

Tek ülkede olanı bile çoğalmazsa uzun vadede yenilir.

Hani terapiste gidip kendimi şu sanıyorum bu sanıyorum diyenler var ya, bizim solcuların bazıları da terapiste gitse kesinlikle kendimi “çimen” sanıyorum der. Çünkü ne zaman memleketteki güç dengeleri arasında bir kapışma olsa bizim solcular “filler tepişirken çimenler ezilir, ben de çimen olduğuma göre ezilebilirim, o halde hemen kaçayım” deyiveriyor. Bir kere de kendini fil kabul et be arkadaş. Yok.

Aslına bakarsanız ben bu çimen konusunu fevkalade işledim. Anlaşıldı kabul ediyorum. Hadi geçeyim diyorum ama bir kısım fikir insanı yine buraya takılıp kalıyor. Tartışacaksan söyle kardeşim sözünü. Hem çimenim hem fil, hem yerelim hem genel diye bir entelektüel hayat yok.

Neden bunları anlatıyorum?

Çünkü şimdi de “ben bir tavşanım” sendromu başladı. Hani şu dağa küsen tavşan. Dağın nesnelliğinin haberdar olmadığı tavşan.

Tavşanımız son seçimlerde oy patlaması yapılamadığı için, üç vakitte hükümet devrilmediği için bütün dağlara küsmek üzere. Küsüp asosyalleştiren medyasına kapanacak.

Tavşan kaderine küsüyor, şansına küsüyor, dindar halkına küsüyor. Küsüyor da küsüyor…

Tüm bunlara bağlı olarak da elbette ki cumhurbaşkanlığı seçimlerine küsmeye hazırlanıyor.

Benim bütün çabam küsülmemesi için.

Çünkü başka dağ yok.

Sorun da o dağda, çözüm de. Bizi dağın sorunlarından kurtarıp ferahlatacak bir yerellik yok. Bu bir hayal, bu bir uydurma, bu bir yenilgi dönemi sayıklaması.

Türkiye solu bir dağı ele geçirme mücadelesine girişmeli, seçimlerde oy veren değil seçim çalışması yapan olmalıdır.

Oynamadan öğrenemeyiz ve oynamadan kazanamayız.

Oynayacaksak maç saatinde ve yerinde oynanır. Maç bittikten o sahanın çimenine ancak kuzu yayılır kuzu. Solun maç bittikten sonra boş yeşil sahada çok güzel oksijen alacağını düşünmesi derin bir yanılgıdır. Depolitizmdir.

Sonuçta seçimler kitlelerin kanaatidir ve kitlelerin kanaati sosyalistler için önemlidir.

Sosyalizm kitlelerin kanaat getirmesiyle yapılır.

Üstünlük kurmuş sınıfların ikna edilmelerinin beş kuruşluk değeri yoktur bizim için ama altta kalmış sınıfların ikna edilmeleri her şeyin temelidir.

Oradan hareketle, şimdi olduğu gibi sosyalizm zamanında da seçimler önemlidir.

Kitlelerin seçişlerinin ne olduğu esas teşkil eder.

Toplumun gönlünü kazanmadan kazanamayız ve toplum kendini seçimlerde beyan etmiş sayılır. Bundan kaçamayız, buna gözümüzü kapatamayız ve buna küsemeyiz.

Ol nedenle 1 Mayıs’ta yerelleri değil; Taksim Meydanı’nın kalbinin, merkezinin, ortasını istemeliyiz.

Hatırlarsak Gezi Direnişi de Gezi’de başlamıştı.

Yani merkezde.