Bundan yıllar önce, insanlık tarihi için belki küçük ama Türkiye’li kadınlar için büyük bir adım atıldı: Medeni Kanun’da “aile reisi kocadır" ibaresi yerine "evlilik birliğini eşler beraber yönetirler" ibaresi getirildi. Kadın erkek eşitliğini gözeten bu küçük düzenlemeye kadınlar yıllarca uğraştıktan sonra, ancak 2002 yılında kavuşabildiler.
Sonra 2003’te AKP dönemi başladı.
Dönemleri demek daha doğru tabi. Şu anda bütün açıklığı ile sonuçlarını yaşadığımız bu dönem dönem AKP gerçeğinden geriye, yalnızca ayakkabı kutularının kalacağı günler gelecek elbet.
Seçim sonuçları ne olursa olsun AKP’nin işi zor, paçasından yakalandı bir kere.
Yeter ki biz, iki ucu keskin bıçaktan korkalım; seçimlerin-sandığın hiç önemi yok, “sıkıntı yok” demeyelim. Ya da bu seçim her şeydi, hani hemen yenilecekti AKP, “sıkıldım ben” hiç demeyelim. Böyle dönmeyelim çocukluğumuza. Onun yerine Berkin’e dönelim ve Türkiye’nin en haklı yerinde durmaya devam edelim. Gezi direnişinin devamını getiren mücadeleyi büyütelim.
*
AKP ilk döneminde, tarihte hazır bulduğu kadın-erkek eşitliği için yapılan bu düzenlemelerin bir kısmının devamını getirdi. İstemeyerek de olsa AB süreci, demokrasi getireceğim havası, şudur budur derken kadınlar için bazı görece iyileştirmeler yapmak zorunda kaldı.
Ceza yasasında evlilik içi cinsel saldırı ve tacizin yasa kapsamına alınması, kadına yönelik şiddetle mücadele eylem planları, “kadın dostu kentler”, “iş’te eşitlik” kampanyaları ve en önemlisi 6284 sayılı Koruma Kanunu, bütün bunlar muhafazakar AKP’ye nasip oldu.
İş buradan sonra çatallaşıyor: bütün bunları yapmaya tabiatı gereği çok gönülsüzdü AKP. O da, dünya yüzündeki diğer muhafazakarlar gibiydi, ne özel bir yanı vardı, ne uhrevi, sıradan bir muhafazakar. Yine tıpkı diğerleri gibi dünya kapitalizmiyle bütünleşmek, ayakta kalmak için şeklen bunları yapmaya mecburdu. Çünkü işin diğer kısmı çok tatlıydı; bu yolla sermayeyi büyütmek. İşte bunun o kadar tadına doyamadı ki, tırlar dolusu paraya sahip oldu. Gücü elde ettiğini düşündüğü ilk anda da, sadece “şeklen” yaptıklarını bile yapmaya gerek duymadı ve bugünlere geldik.
O paraları sayma makineleriyle sayarken, kadınlar öldürülen kadınlar için sayaçlar yaptılar.
AKP kendine fayda sağlayacağını düşünmediği ama mecbur kalıp imza attığı, kendi yayınladığı ne kadar yasa, düzenleme var ise onları kağıt üzerinde bıraktı.
Bunlardan en önemlisi 6284 sayılı koruma kanunudur; Türkiye’li kadınlar can meselesi yaşıyor ve kadınların hayatını kurtaracak olan kanun bu. Ve bu kanundan yararlanmak isteyen bütün kadınların - eğer hayatta kalabildiler ise- ortak bir cümlesi var: “koruma kararı, kağıt üzerinde kalıyor”.
Daha vahim olanı, korunma talebinde bulunmuş kadınların bu cümleyi söyleyebilecek kadar yaşayamadığı da oluyor. Mart ayında 24 kadın kardeşimiz erkek şiddetiyle hayatını kaybetti, içlerinde korunma talebinde bulunan, koruma kararı olan, adliyede öldürülen, adliyede ve yanındaki koruma memuruyla birlikte öldürülen vardı.
AKP Mart ayında tek bir açıklama yapmadı. Kadınlar böyle can verirken, onlardan bile daha mağdur biri vardı; başbakan. İlgi ondaydı.
İlgi onda olursa olsun da, asıl kaynaklar nerede?
Şimdi Nisan ayı ilk günlerinde öldürülen altı kadından üçü bu yasaya dayanan hakkını kullanmak, korunmak istemiş. Kayseri’de Asiye Ülkü, bir değil, iki değil on beş defa istemiş bunu.
Asiye’nin istediği şey; kendi ödediği vergilerle sağlanmış olan kaynaklardan, hem de hayatını kurtarmak amacıyla yararlanmak.
Asiye kurtulmak için devlete sığınıyor, onu öldüren kocası “beni polise çok şikayet ediyordu, bu yüzden öldürdüm” diyor, duruma bakın.
Asiye’lerin sığınmaya çalıştığı polisler; “çok geliyorsun, A 4 kağıtlarımızı bitiriyorsun” diyor.
Gözümüzün önünde ve başbakanın dilinde çok para var, çok polis var, çok adliye, çok kurum kuruluş, çok silah, çok bürokrat, çok memur, çok kaynak.
Kaynaklar hiç kısıtlı değil iken neden kadınlar için A 4 kağıt bile hiç yok?