Başbakan şimdi “dünya umurumda değil” diyor ya. Akla ister istemez partisinin son kongresinde, dünya haritasının önünde konuşan hali geliyor.  Dünya lideri olacaktı hani.

Ne oldu da şimdi o hükmetmek istediği dünya bu kadar önemsiz hale geldi?

Gerçi ona göre dünyada gelmiş geçmiş en önemli karakter kendisi, o ayrı. Peki, lideri olunmak istenen dünya ile böyle mi ilişki kurulur?

Kurulmayacağını Başbakan da biliyor aslında,  o miting alanlarında bu tip roller keserken, danışmanları Twitter yasağını dünyaya gerekçelendirebilmek için ter döküyor.

Dünyanın gerçeği bu; dünya ticareti çağında, mecbur dünyayı dikkate almaya.

*

İşin aslı, Başbakan'ın bu kafa tutma rollerine inandırabileceği tek kesim, ona oy veren bazı teyzeler.

O teyzelerin tek suçları belki gençliğinden itibaren tanıdıkları başbakanı, onda hiç olmayan bir şefkatle sevmeleri olabilir.  Samimiyetle inanmış da olabilirler. Ama artık bu şartlarda, o da bir yere kadar.

AKP; halkın yaşadığı, gördüğü ile duydukları arasındaki farkı anlamayacağına inanmak istiyor. O korkunç reklam filmindeki gibi, insanlar hiç düşünmeden sulara atlayarak AKP’nin dev kulesine koşacak diye inanmak.

Gezi direnişinde köprüleri geçen büyük insanlığa çok imrenip, esinlenmişler.  Ama AKP reklamındaki hayal; halkımız hiçbir şey düşünmeden koşsun ve olay korkunç bir tiranlık görüntüsüyle son bulsun. 

Bir şeyi atlıyorlar; Gezi’de o büyük insanlık düşünerek hareket ediyordu.

Ve halkımız zamanı gelince, yine düşünerek gereğini yapacak, cevabını verecek. 

*

Yani halkın bir suçu yok, en azından ne yaparsa samimiyetle yapıyor. Asıl başbakana hiç inanmadığı halde, onunla birlikte yalan söyleyenler; yani halen AKP’de kalabilen yöneticiler var ya, işte onların suçu çok büyük.

Başbakanın “one minute” dediği zamanlardan itibaren rahatsız olan; dünya ile böyle ilişki kurulmaz diyen ama susanlar. Onlar yıllarca kendi partilerinin oy oranının çok artmasından da korkuyorlardı.  Erdoğan’ı iyi tanıyorlardı; biraz daha fazla güven elde ederse neler yapabileceğini biliyorlardı.

Bunları bilerek bu günlere gelen AKP yöneticileri çok suçludur. Koltuklarını ve muhtemel ayakkabı kutularını; çıkarlarını kaybetmemek için susanlar, başbakan kadar suçludur. 

Bu zevat şimdi de yalancılıkta birbiriyle yarışıyor. Ama içlerinde bir tanesi var ki, yüz metreden seçiliyor; Ayşenur İslam.  İnsan onun dediklerini duydukça, aslında Yiğit Bulut gibi bir göreve layık, bakanlıkta harcanıyor diye düşünüyor. Hani pamuk prenses hikayesinde,  kötü kalpli kraliçenin "ayna ayna, şöyle benden güzel var mı dünyada? " sahnesi vardır,  işte oradaki aynaya benziyorlar. Başbakan en güzel ve bütün dünya onun güzelliğini kıskanıyor da o yüzden.

Her faşist liderde görüldüğü gibi Erdoğan da,  Aile Bakanlığı’nın kadın bakanları ile hep stratejik ilişki kurdu. Fatma Şahin de iyi ortaokul öğrencileri gibi, başbakan ne dese tekrarlardı. Ama hiç değilse onun kendi göreviyle de bir alakası vardı. 

Ayşenur İslam ise o kadar kendini kaybetmiş ki, tarihin en olmayacak tarzda kadın cinayetleri yaşanır, kadınlar korunmak için çırpınırken ağzını açmıyor, görevini zerre kadar yerine getirmiyor.  Ama bütün AKP’lileri “okçular savaşa” naraları ile seçim sandıklarında görev yapmaya çağırmayı biliyor. Uhud savaşındaki okçular gibi olmalılarmış çünkü seçimde “hile” olabilirmiş. Diyor ki: "Karşımızda duran bu cephenin kazanabilmesinin iki yolu vardı; ya darbe, ya da hile yolu… Üçüncü bir alternatifleri yok çünkü vatandaşlarımız, bir daha mührü bunların eline vermeyecektir”.  Bu ne güzel demokrasi, bu ne güzel sandığı savunmak böyle?

Hani önemli olan sandıktı?

*

Demek ki artik sandıktan da çok korkuyor AKP. Bunu yine bunu acemi bakan açık ediyor.

Madem hileli olacak, seçime ne gerek var canım. Ya seçim yasaklansın ya da AKP’ye oy vermemek yasaklansın, buna ne dersiniz Ayşenur Hanım?