Hayatta bazı şeyler, ölümüne savunulabilir.
Bir çocuğun hayatını kurtarmak olabilir bu bazen, bazen “birkaç ağaç”, bazen “özgürlük”.
Böyle büyük bir iddialaşmanın ardında, her seferinde büyük bir “değer” vardır.
Ama aslına bakarsanız, o kadar zor, bilinmeyen ve elde edilmesi uzak olan bir şey de değildir uğruna ölünen.
İnsanlık onu zaten bulunmuş olduğu, zaten kendi türdeşlerinin kullanmakta olduğu, zaten hakkı olduğu için tanımaktadır.
Bu yüzden, olması gereken hiçbir koşul gerekmeksizin o hakkı yaşamak iken, en doğal hakların engellenmesiyle böyle büyük bir iddialaşma başlar.
Haklılığı, temelindedir.
Toplum kendi bir parçasının, yine kendi bütünü için “iyi” bir şey uğruna, meydana çıktığını, görür görmez anlar ve hemen arkasında alır yerini.
Tarihimiz, irili ufaklı birçok hak mücadelesinin bu tecrübesiyle dolu, çok zengin bir kaynaktır.
Bu kaynak şimdi çok kuvvetli bir akış kazandı.
Neyin haklı, neyin haksız olduğu çok net bir karakter kazandı.
Şu anda Türkiye’de her şey birbirine girmiş gibi görünüyor diyenler var. Öyle değil, o sadece bir görünüş biçimi. Aksine çok açık bir netleşme var; haklı olanlar-haksız olanlar.
Haklı oldukları için her şeyi göze alarak direnenler ile,
Haksız oldukları için kendisi hiçbir şeyi göze alamayıp, kendi çıkarı için herkesi yakmayı göze alanlar arasındaki mücadelede, tarih boyunca ne olduysa o olacaktır.
AKP ne kadar uğraşsa nafile “haklı” olmanın yanına yaklaşmayacak.
O “daima hizmet” diyecek, halk “hırsız, katil”.
O “İstiklal savaşı” diyecek”, halk “istikbal savaşı”.
Bu “istiklal savaşı” lafı, Türkiye gündeminin hızı içinde neredeyse unutulmuştu ama Ayşenur İslam yeni fark etmiş, gündeme getirdi. Partisinin seçim çalışmalarında her hafta başka bir skandala imza atan bakan, bu hafta da başka hiçbir şeye bu kadar hassas değilken, İstiklal’e hassaslaşmış.
Oysa başında bulunduğu görevde kadınları korumak gündemiyle dolu ve bununla çok meşgul olması gerekirdi. Şu anda korunma konusu çok yakıcı bir karakter kazandı, kadınlar hem başvuru yapıyor, hem başvurmuş karar çıkarmış olanlar etkin korunmadıkları için büyük endişe yaşıyor.
Aktüel olarak kadınların adliye binalarında ve yanında korunma memuru olduğu halde öldürülebilmesi çok önemli ve vahim bir tablo yaratmışken, bu sorumlusu olan bakanın gündemine bile girmiyor. Çünkü yine haksızlar, yine bu sonuçlardan sorumlular.
Ama sonuna kadar haklı olanlar var.
Kadın cinayetleri de, hakkını sonuna kadar savunmanın en somut örneklerinden biri. Kadınlar kendi hayatlarına karar vermek istediğinde, buna haksız biçimde direnen erkek egemenliğinin elleriyle öldürülürken, toplum bunu da görünce tanıyor, anlıyor ve “kadınlar kurtulsun” diyor, bunun için mücadele edenleri sahipleniyor.
2014 yılı 8 Mart’ı, bunun tam bir göstergesiydi.