Türkiye tarihinde yeni ve kompleks olgularla karşı karşıyayız.
TBMM’den kıra döke geçirilen başkanlık teklifi, sandıktan da hileyle geçirildi. Oysa “Hayır” en az %53 gibi bir oranla kazandı ve gerçeği bütün dünya biliyor. Öte yandan “Evet” cephesinin en az %55’e ihtiyacı vardı, bunu bekliyordu, beklediği olmadı. Herkesin bildiği gibi o binilen at pek sağlam değil, gidilen yer de “Hayır” diyen Üsküdar.
Çünkü artık bu gidişata direnen, yüzü ufka dönük herkesin bir dip dalga diye tabir ettiği, daha önceki seçim dönemlerinden farklı -7 Haziran’ı andırsa da onu aşan- önemli bir halk hareketi var. Üstelik herhangi bir seçimi değil, OHAL döneminde yapılan en adaletsiz seçimi kazandık. Devletin bütün olanaklarına karşı sadece kendini ortaya koyarak yarışanlar, bundan böyle kimsenin azımsamayacağı milyonlardır. Konu sadece nicelik değil, nitelik olarak da ülkede hayatın devamlılığını sağlayanlar; büyükşehirler kazandı.
Kentlerde daha önce görülmemiş bir evrensel yurttaşlık bilinci tarihsel olarak şimdi birikiyor ve kendini ortaya koyuyor.
Şimdi AKP, kentlerdeki yenilgisinin sebeplerini araştıracakmış. İstediği kadar araştırsın, dünya gerçeklerini, toplumun bu gerçekle bağ kuran kesiminin tarihsel birikimini ve arayışını anlamadıktan sonra işe yaramaz. AKP önce neden Gezi eylemi yapmamış tek il olan Bayburt’ta yüksek oranda “evet” çıktığını sormalıdır. Bu tesadüf değildir. Tarihimizin en modern, en kentli ayaklanması olan Gezi’yi anlasaydı, son yıllarımızı hiç böyle yaşamazdık, bambaşka bir Türkiye olurdu… İktidar öğrenmedi ama bizim taraf o günlerden bu yana çok şey öğrendi, en sonunda tarihteki en ilginç ittifaklardan biriyle, büyük bir kuvvetle seçim de kazandık. Oy çalınabileceği öngörüsüyle sandık güvenliği için de çırpındık ama kimsenin aklına YSK’nın da çalınacağı gelmedi.
Yıllardan beri askeri darbeler karşısında “MGK halka hesap verecek” diye attığımız sloganların şimdi eylemlerimizde “YSK halka hesap verecek” diye atacağımız hakikaten akla gelmezdi. Ama artık darbelerin YSK eliyle de yapıldığı zamandayız. Sonuçları “Evet” lehine değiştiren YSK’nın hukuk dışı kararı, darbe niteliğindedir. Darbeye karşı, adaletsiz seçimlere karşı, sandık güvenliği için eylem yapmak da dünyanın en meşru eylemidir.
15 Temmuz’dan sonra direnişe davet ne kadar haklıysa işte o kadar haklıdır.
Oy hakkı olduğu sürece, onu savunan eylem de olur.
Ortadoğu dahil dünyanın her ülkesinde de bu böyle. Türkiye’de de referandumun iptal edilmesi için itiraz eden ve YSK’yı istifaya çağıran haklı tepkiler devam ediyor. Bunların içinde binlerin sel olup aktığı yürüyüşler de var, YSK'ya verilen dilekçeler de var, uzun yürüyüşler de… Referandumu kazanmamızı sağlayan çeşitli, yaratıcı, kısaca halkın elinde avucunda ne varsa, onunla her yolu deneyerek yarattığı "Hayır Hareketi"nde olduğu gibi sürmesinde de fayda var.
*
Seçim sürecinde olduğu gibi bu süreçte de kadınlar gerek genel eylemlere katılım, gerek kadın yürüyüşleri ve gerekse tek kişilik protestolarda, yine önemli özneler. YSK önünde “çaldığınız paralar sizin olsun, oylarımızı verin” diyenden, doktorluktan istifa edip YSK önüne bir uzun yürüyüş eyleyene, kadınlar yine önde mücadele ediyor. Hayır diyen milyonlarca kadın var; kadınların yarısı, genel nüfusun dörtte biri çok aktif biçimde hayır demeye devam ediyor.
Elbette “evet” diyen kadınlar da az değil. Ama referandum sonuçlarını ve kadınların nasıl oy kullandığını incelediğimizde yine “hayır” diyenlerin görüşleri doğrulanıyor. Şöyle ki; oy kullanan kadınların yarısı evet, yarısı hayır diyor. “Evet” diyen kadınların çoğunluğu “ev kadını”, “Hayır” diyen kadınların çoğunluğu çalışıyor.
Tersinden söylersek; çalışan kadın “hayır” demiş. Tıpkı büyük kentler gibi.
Modern haklarına sahip çıkan ve bu cesareti bulabilenlerin, kentliler, çalışan kadınlar ve çoğu ilk kez oy kullanan gençler olması da tüm toplumun yararına büyük bir imkândır. Çalışma ve kent hayatı herkesi değiştirir, en eski ayrımcılıktan kurtulmak isteyen kadınları çok daha fazla değiştirir.
Peki, “ev kadınlarının” %65 oranında “evet” demesine ne demeliyiz? Bağnazlıkla ve bilinçli biçimde kadın düşmanı bir rejime onay veren kadınlarla siyaseten mücadele etmeye devam edeceğiz elbette ama burada durup anlamamız gerekenler var;
• Kadınların çalışma hayatına katılmasını savunmakla ne kadar haklı olduğumuz bir kez daha kanıtlandı. Bir kadının kendi modern haklarına sahip çıkmasında üretim ilişkilerine katılmasının büyük rolü var. Çalışmak; üretim ilişkileri içinde var olmak, kendi ayakları üzerinde durmak, herkes için bir şeydir ama kadınlar için bambaşka bir şeydir. Bağımsızlığa doğru atılan ilk adımdır. AKP bu yüzden de kadınları eve geri göndermeye çalışıyor. Kadınları eve hapseden politikalara karşı çalışma hakkı için daha güçlü bir mücadele şart.
• Kadınların kamusal hayattan uzaklaşıp evde olması muhafazakarlığa ikinci bir avantaj daha sunuyor; kendi bildiği yolla sosyalleşme imkanı ve destek sağladığı kadınları bu yolla daha kolay örgütlüyor. AKP, evde bakım yükü altında ezilen kadınları sosyalleştirerek bir kimlik kazandırmayı iyi öğrenmiş durumda. Bunu “fıtrat” tezine uygun olarak kendi bildiği yolla ve gündelik ihtiyaçlara seslenerek yapıyor. Belediyeler, kurslar, parti kadın kolları, engelli çocuğa yardım vs. derken çok anlaşılır biçimde kadın kardeşimiz, kendi somut hayatına el uzatan ile örgütleniyor. Hem de “makbul” tarzda cinsiyetçiliğe hiç dokunulmadan işler yürüyor.
• Aynı zamanda tüm kadınlar iş sahibi olana kadar, kadınları AKP’nin başta belediyeler eliyle yaptığı “Aile Irşat Merkezleri” gibi kendi anlayışına uygun ama aynı zamanda birçok yardım hizmeti ile somut soruna seslenen siyasetine bırakmamak şart. Muhtaç etmek ve bu dünyanın en eşitsiz fikrine inandırmak yerine, bütün bu hizmetlerin kadınların temel hakkı olduğu bilinciyle yerine getiren bir siyaset mümkündür.
• Kadınlarla “patriyarkal pazarlıkla”, toplumla klientalist yollarla verilen hizmetlerin temel sosyal hak olarak yaşatan demokratik bir siyasete hep ihtiyaç vardı, artık bıçak kemiğe dayandı. Burada da yine mecburen CHP’ye büyük sorumluluk düşüyor. HDP’nin belediyelerine kayyum atanmış, başkanları tutuklu ve içinde bulundukları durum buyken, CHP hem merkezi hem yerel siyasette kadınlar için çok daha fazla adım atmalıdır. Referandum sürecinde “emeklilik” ile ilgili öneriler gündeme getirdi ama bunlar yeterli değil, en basitinden sığınma evi açması gereken belediyelerin açmadığını ya da öldürülen kadınların ailelerin mekan sorunlarına bile çözüm olunamadığını da biliyoruz. Bu somut adımları atmadığı durumda kendi kadın kollarında örgütlenmemiş, kendinden daha uzak kadınlarla örgütlenmesi mümkün değildir.
• En nihayetinde tüm şehirlerde, ilçelerde, köylerde kadınlar, evlerinin içinde dahi olsalar çalışan kadınlar gibi olmasa da- günümüz gerçeğine uygun biçimde yine de değişiyorlar; kimliklerini, özgürlüklerini arıyorlar. Bu arayışı ağır bir muhafazakar siyasetin massetmesine izin vermediğimizde mutlaka karşılık bulacaktır. Kadınların bir daha asla kadın düşmanlığına yüksek oranda oy vermesini, bizimle örgütlenmesini sağlayabiliriz. Yeter ki tüm kadınlara seslenerek gereğini yapalım.
• Bu da ikili bir mücadele gerektiriyor; bir yandan kadınların çalışma hayatına katılması için mücadele, öte yandan kadın işsizliğinde rekora ulaşmış Türkiye’de eşitlik sağlanana kadar beklenemeyeceği için evdeki kadınlara en az AKP kadar seslenmenin yolunu bulmamız şart.
• Kadınları muhtaçlığa muhtaç etmeden onurlarıyla sahiplenen bir siyasetin önünün çok açık olduğu da kesindir. Bugün bu imkan ve cesarete kavuşmuş kadınların, toplumsal sorunlara ve kadın düşmanlığına karşı verdikleri amansız mücadele bunun kanıtıdır. Kadın mücadelesi ve hayır oyu veren milyonlarca kadın, başka hiç bir mücadele dinamiğinin yapamadığını yapmaya devam ediyoruz.
• Referandumla birlikte gördük ki, kadın düşmanlığı üzerinden kendini inşa eden başkanlık rejimine bizimle birlikte toplumun yarısından fazlasıyla beraberiz. Kadınlar hem “Hayır Hareketinin” içinde ve ön saflarındaydılar hem de hareketin, merkezindeki ana konulardan biri de kadınların haklı talepleriydi. Hayır’ın kazanmasıyla gördük ki, arkamızda tahminimizden de çok bir toplum desteği var.
• Bu bakımdan da kadınlar için de önümüzde yeni imkanlar açılabilir. Öncelikle hedefine kadınları koyarak ilerleyen başkanlık planının elinin istediği gibi rahatlamaması bizim için çok iyi bir sonuç. Ve anlattığımız günümüz kadınların sosyolojisi, evet diyen kadınlar için bile kadın haklarına kolaylıkla el uzatılmasına kolay imkan tanımayacaktır. Ama iktidar elbette bunu deneyecektir. Şu anda genel olarak yangından mal kaçırır gibi hızla adım atmak istemesi gibi. Zaten gündemdeki iki konu olan cumhurbaşkanının partiye üye olması ve yargıdaki değişikliklerin kadınlar için de sonuçları var; bu bizim için tümden cinsiyetçi bir siyaset ve yargı anlamına gelebilir.
Kazanmamış bir başkanlığın bize çok şey kaybettirmesine karşı sonuna kadar itiraz etmeliyiz. Bu bakımdan kadınlar için de önümüzdeki somut sorun, şaibeli seçim sonuçlarıdır, ilk buna karşı durmaz isek hukuku tümden kaybedebiliriz. Hukukun ortadan kaldırıldığı bir toplumda en ağır zararı kadınların göreceğinden de hiç kuşku yoktur. Referandum iptal edilmesi, YSK’nın hesap vermesi için, kimseyi yalnız bırakmayarak her yolla, her imkanı kullanarak mücadeleye devam.
Birlikte güçlü olduğumuzun bilinciyle ortak kadın mücadelesine de devam etmeli, önümüze gelen güncel meselelere şimdiye kadar olduğu gibi birlikte refleks vermeye devam etmeliyiz. Ki önümüzde buna daha çok ihtiyaç duyacağımız bir dönem açılıyor.
Ne kadar iyi ki, bu dönem dünyada ve Türkiye’de kadın hareketinin canlı olduğu ve bambaşka bir güç ve özgüven kazandığımız bugünler de açılıyor.
Daha ne olsun?