“Sandığa sığamıyor olma” tartışması sessiz sedasız kapandı. Büyük bir çoğunluk referandumda hayır tutumu almanın çok kritik olduğunu kabul ediyor artık. Hayat bize her şeyi anlatıyor. Görünürde büyük düşünüyormuş gibi yapanlar, küçük düşünme halleriyle somut mücadeleden uzak duruyorlardı. “Biz zaten radikal değişiklik sonuçları yaratacak bir mücadelenin peşindeyiz, Cumhurbaşkanı seçimlerine ya da genel seçimlere katılmanın bir anlamı yoktur” denebiliyordu. Böyle söyleyerek bu tür süreçlere dahil olmadılar. Olanları da eleştirdiler.

Neden bunu anlatıyorum?

Çünkü zaman geçtikten ve bir tartışma sonuca kavuştuktan sonra, “böyle diyen mi var?” gibi bir soru orta yerde dönüp duruyor. Evet, öyle diyenler vardı. Şimdi demiyorlar.

Bu tavır alış yenilgi yıllarında zorlu bir mücadele yürütmenin getirdiği körelme. Yenildikçe geri çekilip daha küçük bir savaş alanı tanımlama. Hepsinde yenilme. Alanı küçülttükçe daha çok yenilme kısır döngüsü. Oysaki alanı bilakis geniş tutmak gerekirdi. Aslında küçük bir “hat” müdafaasına değil büyük bir “satıh” müdafaasına ihtiyaç vardı.

Hep küçük ve periferi olandan bahsederken, mücadele “kavgamızın şehri İstanbul”da ve onun göz bebeği Taksim Gezi’sinde başladı. O nedenle kazandık.

7 Haziran seçimlerindeki barajı geçme çabası da, “evimizin önünü temizleyelim” dar alan siyasetini aştı. Ülke çapında söz söyleyen, siyaset üreten ve örgütlenen bir yaklaşım ortaya konuldu. Bunlar derinden derine yenilgi yıllarından çıktığımızın işaretleri. Avrupa marksizminin, örgütlenmeyi büyük bir rahatlıkla gereksiz gören çokbilmişliği aşılıyor. 7 Haziran’da yüzde 13 oy almayı başaran klasik bir partidir. Örgütlendi ve başardı. Örgütlendiği için başardı.

Büyük düşünüyormuş gibi nasıl yapılıyor peki? “Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır” sözü neden iyi gözüküyor. Çünkü sol temel olarak bütünsel ve köklü düşünür. Bu parola onu anlatıyor. Sorun nereden çıkıyor? Sorun ele aldığımız durumda neyin “hat”, neyin “satıh” olduğunu belirlemede yatıyor. Sihirbazın numarası burada.

Diyelim ki seçimler ya da referandum söz konusu oldu, solun bir kesimi diyor ki “seçimler hattır, sathı müdafaa yapmak gerek”. Akan sular duruyor. Çünkü söz doğru, bütün bir satha karşılık hat savunulmaz. Peki, seçimler ya da referandum “hat” ise “satıh” ne? Anadolu’daki savaş sürerken cevap “bütün vatan”dı. Bugünkü sol için “satıh” en düzgün formülüyle, ilerde emekçi iktidarı kuracak olmamız.

İleride emekçi iktidarı kuracak olmamız “sathı müdafaa” sayılamaz mı? Sayılabilir ama o ileride. Şu anın “sathı müdafaası” ondan daha yakında ve somut olmalı. Şu anın “sathı müdafaası” bütün vatan çapında siyasal tutum belirlemek ya da siyasal öneri getirmek olabilir ancak. Bundan kaçılarak güya yerellerde bazı işlerin peşinde koşmak ya da kültürel çalışmalara yönelmek büyük hatadır. Yıllar yılı olan budur.

Paradoksu şöyle anlatayım. “Seçim ne ki, biz böyle bir ‘hattı müdafaa’ düzeyine takılıp kalmayız” dedikten sonra gidip kültürel ya da yerel çalışmalara gömülmek mantıklı kabul edilemez. Herhalde “satıh” ya da “bütün vatan” kültürel ya da yerel çalışmalar olamaz. Seçimleri “hat” düzeyi olarak gören bunun yerine nasıl kültür ya da yerellik düzeyini ikame edebilir? Edemez.

Nereye varmaya çalışıyorum?

Şimdi referandumda tek adam diktatörlüğüne yol açacak anayasa değişikliğine hemen herkes “hayır” diyor. Bununla birlikte sorun olabilecek yeni bir değerlendirme tarzı ortaya çıkıyor. Deniyor ki “tamam hayır diyelim, hatta hayır sonucu çıkması da muhtemeldir ama hayır çıksa ne olacak?” İşte yeni “çok derin düşünme” şekli bu.

Bugünkü “satıh”, bugünkü “bütün vatan”, bugünkü “büyük iş” referandumda hayır sonucunun çıkmasıdır. Önemli olan “sathın, bütün vatanın, büyük işin” güncel olarak ne olduğudur. Bu kavramlar güncel olarak ele alınmıyorsa hiçbir değerleri yoktur. Bütün mesele zamanlama ve yapılan sıralamadır.

Bir ülkede, o ülke nüfusunun yarısının diktatörlük teklifini reddetmesi ne demektir? Düşünüp kendimize gelelim. Bir ülkenin nüfusunun yarısının bu tutumu alması, o ülkenin devrimcileri için büyük bir onur ve bir o kadar da devrimci imkandır. Kimse iyi insanlar olduğumuz için gelip bize zafer hediye etmez. Biz odamızda depresif olarak otururken, annemiz bize elma soyup vermiş olabilir ama o eskidendi. Artık soyulmuş elma veren yok.

Böyle olmaz ve böyle olmasını bekleyecek lüksümüz de yok.

Birincisi hayır o kadar cepte değil. Rehavete hiç gerek yok. İkincisi hayır sonucu sonrasında büyük imkanlar doğacak. Maharet olan, anti-demokratik bir teklife halkın yarısından fazlasının hayır dediği bir başlangıcı daha ileri taşımaktır. Devrimci ilerleyiş budur. Bunu beğenmemeye kalkışıp umutsuzluk yaymak yanlış davranışın ta kendisidir.

Hayır cevabını almış olan AKP-Saray çizgisi, bundan önceki bütün zamanlara oranla çok zayıflamış olacak. Varını yoğunu ortaya koymuş, Hollanda’yla dahi kriz çıkartmış ama yine de yenilmiş olan çizginin beklenen sonu budur. Şoven duyguları harekete geçirmek için her ülkeyle kavga edilmiş ama nihayetinde bütün güç merkezleriyle ilişkiler bozulmuş hale gelindi.

Hayır sonucu ortaya çıktığında içerde ittifak halinde olunan askerlere ve Avrasyacılar’a karşı da güç kaybı yaşanacak.

AKP’nin bizzat kendi var oluş şekline bakacak olursak şunu diyebiliriz: Hayır sonucu alındığı anda AKP’nin ikiye bölünmesi kaçınılmaz. Muhalifler, küskünler, gidişattan rahatsız olanlar aradığı fırsatı bulmuş olarak harekete geçip partiyi bölecek. Bölünmüş AKP bir daha asla hayal ettiği gibi hükümet olamaz ya da hiç olamaz. Aslına bakarsanız bütün bu karanlık gidişatın son bulması için AKP’nin bölünmüş olması yeterli.

Şöyle düşünelim referanduma giderken AKP’nin yüzde bir bile olmayan BBP’yi hesaba katmamaya tahammülü yok. Muhtemelen inanılmaz vaatlerde bulunarak liderini dahi ayartıyorlar. Buna gerek görülüyor. Referandum sonrasında AKP’nin, kendisinden kopan yüzde 10-15’lik bir yeni oluşumla baş edebilmesi imkansız. Roller hızla değişecek.

Toplumsal muhalefetin, hakim güçlerin bu kaotik halinden kolaylıkla yararlanabilmesi imkan dahilinde. Referandum sürecinde oluşturulan Hayır Meclisleri dönüştürülerek devam ettirilebilir. Eğer bir seçim gündeme gelecek olursa hayır sonucunu çıkarmayı başarabilmiş solun ve Kürt Hareketi’nin motivasyonu çok yüksek olacaktır. Yok eğer sokaklarda saldırıya uğranacak olursa “burası Hollanda değil” diye bağırırken sesinin çok tiz çıkacağından emin olabiliriz. Kimse referandumdan hayır cevabı almışken diktatörlük kurup sürdüremez.

Ol nedenlerle…

Referandumdan hayır çıkması çantada keklik değildir ama çıkacaktır. Çıktığı anda edindiğimiz üstünlük bizi çok ilerilere fırlatır. Sonucun hayır çıkması asla evet çıkmasıyla mukayese edilemez. Bu sefer de bu şekilde tezahür eden “fark etmezcilik” kesinlikle geri püskürtülmelidir. Koşullar çok büyük ölçüde lehimize değişmiş olacaktır. Bulup da bunama hatasına düşmemiz söz konusu dahi olamaz. Tarihin politik hareketlere verdiği imkanlar aşağı yukarı bu kadardır. Politik hareketler tırnağıyla tutunduğu imkanlarla hamle yapar. Yapmak zorundadır. Bunun ötesi yenilgi yıllarında örselenmiş olanların mızmızlanmasıdır.

Sorunumuz hayır çıkması sorunu olsun.

Hayır çıktığında halkımızı alnından öpeceğiz.

Hayır çıktığında bu ülkeyi kökünden sarsmaya başlayacağız. Bu daha başlangıç diyeceğiz.

Hayır çıktığında bu ülkedeki toplumsal muhalefetin ne kadar güçlü, ne kadar tutku dolu, ne kadar birikimli olduğunu herkes an be an görecek. Göstereceğiz ve seyrine doyum olmayacak.

Bütün bunları başarmak ve hayırı kazanmak için bir milim dahi boşluk bırakmayacağız.

Parti ileri, birlik zeminleri ileri, meclisler ileri…

hakanozturk1871@gmail.com