Biz her sene 8 Mart’a tarihsel bir önem vererek hazırlanır, o gün dünyanın tüm kadınlarıyla birleşmenin coşkusunu yaşarız. Ama bu sene dünya kadınlar günü bambaşka bir tarihsel öneme, hayati role sahip. Dünya çapında kadın düşmanlığının yükseldiği bir yıl geçirdik, kadınlar da buna cevaben dünya çapında Uluslararası Kadın Grevi'ne hazırlanıyor.
En son Trump’ın başkan olmasıyla da gördük ki, tehlike büyük. Kadın düşmanlığıyla ünlü otoriter liderler seçimler kazanıyor, en eski nefret biçimi olan kadın düşmanlığı; mizojini yeniden yükselişte. Ne yazık ki sadece Türkiye’de değil, dünya çapında kadınların mücadeleyle kazandığı haklara saldırı var.
Türkiye’de ise kadınların kaderini doğrudan etkileyecek referandum sürecindeyiz. Dolayısıyla bu sene içeride ve dışarıda güçlü “Hayır” diyerek, tüm kadınlar için kadın düşmanlığını durdurmanın peşindeyiz. Hayır’ımız ne kadar kuvvetli olursa, dünyanın tüm kadınları için hayırlı olacak. Çünkü tehlike sadece bazı otoriter liderlerle de sınırlı değil; genel olarak sağcı ve köktendinci siyaset güç kazanıyor. Bu tüm topluma zarar veriyor ama kadınlar üzerinde başka türlü bir bedeli var; yıl boyunca birçok örneğini yaşadığımız gibi bu otoriter rejimlerin ilk hedefi hep kadınlar oluyor. Polonya’da sağcı parti ve Katolik kilisesi kürtajı yasaklamaya çalıştı. Ortadoğu’da İŞİD ve cihatçı örgütler, İran’da fetvalar, Türkiye’de AKP ve siyasetin tam olarak erkeklerin eline verileceği referandum dayatması var. Arjantin ve Güney Amerika’da faili meçhul kadın cinayetleri sürüyor, Rusya’da kadına yönelik şiddeti aile içine hapsetmeye çalışan yasal geri adımlar atılıyor… Daha birçok örnek sayılabilir.
Hiç şüphesiz kadınlar, hiçbir ülkede, hiçbir saldırıya sessiz kalmadılar. Afganistan, Suudi Arabistan dahil olmak üzere tüm ülkelerde direndiler bu sene, direniyorlar. Ancak elbette yüzyılımızda nasıl olup da böylesi bir geriye gidiş yaşadığımız cevaplanması gereken önemli bir soru. Ve işin aslı, yaşadığımız tüm ağır sorunların kaynağında, aklın ve kolektif siyasetin gerilemesi, eşitlik fikrinden uzaklaşmış olmamız yatıyor. Bu dünyada en sevilecek şey 'eşitlik' iken bu ülküden uzaklaşmanın bedelini en ağır ödeyenler de kadınlar.
Durum bizim için bizi Ortaçağa geri götürmek isteyenlerle geleceği isteyenler arasında bir savaş anlamına geliyor.
Son günlerde Avrupa Parlamentosunda dahi kadına yönelik ayrımcı sözler edilebilmesi işte bu iklimin sonucu sayılabilir. Tarihin en eski önyargısı; nefreti mizojini adeta tüm kıtalarda yeniden hortluyor. Tüm bu sebeplerle bu sene 8 Mart, kadınların asla Ortaçağ’a geri dönmeyeceklerini herkese göstereceği gün olacak. Mücadeleyi yükseltmemiz, bunu dünya çapında güçlerimizi birleştirerek göstermemiz çok önemli. Böyle yaparak çok temel haklarımıza karşı başlatılan saldırıları durdurabilir, tarihin yönünü kadınlar lehine değiştirebiliriz.
Tıpkı bundan 100 yıl önce olduğu gibi.
Evet, bu sene aynı zamanda, 1917’de kadınların “ekmek ve barış” talepleriyle, Petrograd sokaklarını doldurduğu, büyük bir devrimi başlatan 8 Mart eylemlerinin de 100’üncü yıldönümü olacak. Bir asır önce Rusya’da, savaşın yokluğa sürüklediği kentler, kadınların “ekmek” isyanlarıyla çalkalanıyordu. Sonunda 23 Şubat’ta -bizim takvimimize göre 8 Mart günü- binlerce Rus kadın, işçi, asker eşleri, çocuklarıyla birlikte sokakları doldurdu. İzleyen günlerde yürüyüşlere halkın da katılımıyla isyan büyüdü ve çarlık rejimi yıkıldı.
Tarih çok enteresan; 2017’de bu sefer ABD’li kadınlar, yüzyıl önceki eylemleri örnek alarak uluslararası grev çağrısında bulundular. Trump’ın devrinde 8 Mart’ı tekrar aslına uygun tarzda politikleştirmek gerektiğini ifade ediyor, tüm ülkelerden kadınları da mücadeleye çağırıyorlar. Grev eylemi çağrısı, şimdiden elliye yakın ülkede karşılık buldu, Almanya, Polonya, İrlanda, Güney Kore, Arjantin, Meksika, Peru, Nikaragua, tüm Güney Amerika, Macaristan, Rusya, Avustralya, İskoçya, İsveç, İtalya ve daha bir çok ülkede kadınlar greve hazırlanıyor. Türkiye’de bunlar içinde. Kimi ülkelerde kürtaj yasakları, kimisinde kadın cinayetlerine, kimisinde çocuk yaşta zorla evlendirilme öne çıkıyor. Ama istisnasız tüm ülkelerden kadınlar, kilisesinin, dinin kadınlar artan baskısına karşı özgürlüğünü savunuyor, patriyarkal topluma; ekonomik, sosyal tüm eşitsizliklere karşı mücadele ediyor.
Dünyada kadın düşmanlığının arttığı bu dönem, Türkiye’de ülke tarihinin gördüğü en ayrımcı iktidara denk geldi. Kadına “fıtrat” gereği evde oturup çocuk doğurup bakması gereken bir eşya olarak bakan bu çağdışı görüşün ağır sonuçlarını yaşıyoruz: kadın cinayetleri arttı, cinsel şiddet her yere yayıldı, kadınlar için evler, ana caddeler, otobüsler, okullar, yurtlar her yer güvensiz hale geldi. Doğum kontrol yöntemlerine ulaşım zorlaştı, kürtaj yasal ama hizmete ulaşmak çok zor. Türkiye’de kadın işsizliği çok yüksek; Avrupa birincisiyiz ama hükümet kadınları daha çok eve gönderecek yeni yasalar çıkarıyor. Kısacası kadınları her anlamda kapatmaya, yok saymaya çalışan bir siyaset var. Ve şimdi bu iktidarın mutlak güç olmak üzere “başkanlık” dayatması ile karşı karşıyayız. Bizim için 8 Mart yaklaşan referandumun gölgesinde geliyor. Ama biz de yıl boyunca tıpkı dünyadaki kadın kardeşlerimiz gibi, asla sessiz kalmadık, önemli direniş ve kazanımlara imza attık. Çocuk istismarını, tecavüzü, erken yaşta zorla evlendirmeyi yasallaştırmaya çalışan “utanç önergesini” durdurduk, yaşam tarzına saldırılarda geri adımlar attırabildik. Türkiye’nin OHAL koşullarında direnerek kazanım elde edebilen kadınlar oldu. Yıl boyunca, tüm topluma umut ve cesaret veren kadınlar, şimdi 8 Mart’ı da referandumu aydınlatan bir ışığa dönüştürebilir.
8 Mart’ta meydanlarda ne kadar güçlü olursak, o kuvvet sandığa da yansıyacak.
Yüzyıl önce olduğu gibi, bu sene “utanç önergesini” durdurduğumuzda olduğu gibi, referandumda da kazanabiliriz. 'Hayır' oylarının üstün gelmesini sağlamanın dinamiği biz kadınlar olabiliriz. Olmalıyız da; kadınların sesinin her gün kan dondurucu biçimde ölümle kesilmesini ancak böyle durdurabiliriz, kadınlar ancak “Hayır’la” yaşayabilir.
Defalarca gördük ki, kadınların birlikte güçlü ve ortak mücadelemizle zoru başarabiliyoruz. 8 Mart’ta, Türkiye’de ve dünyada tüm kadınların birleşmesi, birlikte kadın düşmanlığına “Hayır” dememiz, dünya çapında da bir kuvvet yaratacak.
O halde, Trump’ın kadın düşmanlığına direnen Amerikalı kadın kardeşlerimizin dediği gibi; “Öyleyse, neyi bekliyoruz? Beklediğimiz, biziz”.
Bir kişi bile eksilmeyeceğiz. Kadınlar yaşayacak. Hayatı isteyen kadınlar kazanacak.