Dünyayı değiştirmek gerektiği açık bir gerçek.

Geçen ay bu gerçeği, biz milyarlarca insan; %99 olarak; hepimizin gelirinin; elimizde avucumuzda ne varsa toplamının, bizden geri kalan %1’ in gelirine ancak erişebildiğini öğrendiğimizde yeniden gördük. İngiliz yardım kuruluşu Oxfam'ın raporuna göre dünyanın en zengin yüzde 1'lik kesiminin serveti, geri kalan yüzde 99'luk kesimin servetinin toplamına eşitti.

Bu haber gündemlerden bir gündem gibi geldi geçti mi? Hayır. Dünya halkları bunu unutmuyor elbette. Ama yaşadığımız sorunları çözmenin yolu, önce onu anlamaktan da geçiyor.

Dünyayı, değiştirmek için anlamak gerekir.  Anlamak kolay da değildir, elbette dünyanın en zor işi de değildir. İşte orada başka hiçbir şeyin yapamayacağını yapan; aydınlatan tek bir ışık türü vardır: bilim.

Tıp öğrencilerine sorulan klasik sorulardandır; hasta muayenesini veya bir bulguyu en iyi hangi ışıkta görürsün? Cevabı; gün ışığıdır.

İşte bilim aynen böyledir; bilim dünyanın günışığıdır.

O olmadan, aklımız açıklığa kavuşmaz, anlayıp değiştiremeyiz.

*

Şimdi KHK denilen üç harfli canavar, gün ışığına saldırıyor. Kazanmak için hiç şansı yok, ışık yenilmez ama işte bize bu kadar büyük bir kötülük yapılmak isteniyor.

İnsanlığın zor sorunlarını, temeliyle bilimsel olarak kavramak, sadece kavramsal bir olay değildir. Bilim bir şeyin içine girince sıçramalı sonuçlar yaratır. Tahmin edilemeyen sonuçlara, büyük bir çözümleyici güce dönüşebilir. Sonuçla büyük insanlık böyle oluşur, bunu arar.

KHK, böyle büyük bir gerçeği bastırabilir mi?

Postal ile çiğnenen cüppelerin fotoğrafı, onların da bunu aradıklarının kanıtı. Ama cüppeler ayağa kalktı bile; ihraç edilen hocalara, onları yolcu eden hocalar tarafından yeniden giydirildi.

İnsanlık onuru ayağa kalktı.

*

İnsanlık onuruna karşı işlenen suçları, şiddetin doğasını anlamak da zordur. Tarihin en eski nefretiyle şiddete maruz bırakılan kadınlar için, durum daha da karmaşık bir karakter kazanır. Yıllar içinde kadın cinayetlerini durdurmaya çalışırken, yolumuza çok zorlu sorular ortaya çıktığı oldu: “bunu nasıl tasarlayabilmiş?”, “bir insan bunu nasıl yapar?” diye şaşırdığımız her aşamada, yine bilim çıkardı kuyulardan bizi. Şiddetin tam da insana ait olduğu için o kadar tasarlanabildiğini, hayvanların böyle bir akıl ile şiddet göstermediğini öğrendiğimiz yer saf ve tertemiz bilimsel bilgi idi. Kaynağı; Cem Kaptanoğlu hocamızın şiddet üzerine çalışmaları olan o pınar olmasaydı, bu kadar anlayamazdık, çözüm yolumuz dolanırdı.

Kadınların özgürlük arayışının,mücadelemizin hep yanındadır hocamız, bize verdiği moral kuvvet ayrı. Bütün özgürlük mücadelelerinde de hem hoca, hem yoldaş olmuştur bize, o da ayrı.

Cem Hoca’yı anlatmak, ne bir yazıya ne de tek bir bağlama sığmaz. Geçmiş; onun Rus romanlarından çıkıp gelmiş gibi haliyle mücadeleci karakteri, hep yanımızda olan ilk gençliğimizin idolü olması da, hakkını vererek anlatılmalı elbette. Sadece okuldaki hali değil, şehirde mesela tren garında bilete paramız yetmeyip mahsun kalmışken, birden belirip halden anlayıp sorun çözen halleri de anlatılmalı, herkes bilmeli.

Ama şimdi öğrenciliğimizin sımsıcak duran ve zaten hep duracak anılarını değil, günümüzün saf gerçeklerini ve bunun mücadelesini konuşmak zamanındayız. Ve diğer tüm yapıp ettiklerinden ayrı, onun bilim ile kurduğu politik bağın, bize neler kazandırdığını, başka hiç bir şeyin yapamadığı işler yaptığını; yaptırdığını, aklımızı nasıl açtığını anlatmak lazım. Sanırım bildiğimiz tanıdığımız Cem Hoca da böyle olsun ister.

Cem Kaptanoğlu, 12 Eylül’ün ağır baskı dönemi hala etkisini sürdürürken, işkencenin ruh sağlığına etkilerini kendine tez konusu olarak seçme cesareti gösteren, darbeye ilk akademik cevaplardandır.  Sonra işkence ve insan haklarını çok çalışan oldu ama o, yolu açan olmanın gereğini hep sürdürdü. Bu zamana kadar geçen ömrü, hak ihlallerine ve darbelere karşı, insanlık onuru mücadelesine, bilim zerk etmekle geçti. Hem mücadele eden özne, hem bu mücadelenin içine sanki saf bir kimyevi madde gibi olan bilimsel bilgiyi kattı hep. Anlama kapılarımızı açan, o ışıkları yaktı hep.

Cem hocamıza, onu bilimle, felsefeyle, tarihle anlatmak yakışır. Elden gelen bu oldu.

*

Darbe karşıtı hocalarımızı görevden alan KHK’ların amacının darbeyle mücadele olmasına kimse inanmıyor artık. En son “kar lastiği” konulu KHK da, bütün bunların darbeyle mücadele ile hiç ilgisi olmadığını, o büyük yalanları ortaya çıkarıyor.

Ama büyük gerçekler tam ortaya çıkmadı. İşte buna da hayırlısıyla, 17 Nisan’da #Hayır’ın kazanmasıyla başlayacağız.

Referandum önümüzde tam Cem Hoca’nın dediği gibi “iyiyle kötünün mücadelesi” olarak duruyor.

Onun, tam gırtlağından bir sesle söylediği gibi bu “gerçeğin mücadelesidir".