Tıpkı ayaklanma günlerinde, her ilden ses geldiği gibi, ayaklanmanın şehidine her ilden gelerek sahip çıktı halk.

O kadar çok kahramanı vardı ki davanın, tam Gezi gibiydi işte; ortaya çıkan halkın kolektif kahramanlığı oldu.

*

Daha yola çıkar çıkmaz anlaşılmıştı bu; anneler herkes için yol azıkları hazırlamış, tıpkı park günlerindeki gibi Gezi Annesi olmuşlardı.

Yollara çıkanlar, hayatın en büyük tecrübesini birlikte yaşamış; bir ayaklanmayı birlikte başarmış olanlar; bu her kuşaktan otobüsler dolusu kardeş, o molalarda karşılaştıkça, insanlık buluşuyordu. Bu memleketin yüz akı büyük insanlık, yine öyle oradan oraya hareket ediyor, kendinden bir başkası için kendini ortaya koyuyordu. Ali’nin babasını deyimiyle; “iyilik kazanıyordu”.

Korkmaz ailesi ayrı bir kahramandı; oğullarından aldıkları haklı gururu direnişe bağlayan, orada sadece Ali için değil, bütün bir Türkiye toplumu için dağ gibi duran halleriyle, Erciyes kadar görkemliydiler.

Kayseri’de ikinci bir Erciyes oldular.

Orada yan yana oturan polis, polis kırması esnaftan oluşan katillerden birinin “öldüreceklerini bilsem yakalamazdım” sözü bir balyoz gibi inerken kalplere, orada onlarla dip dibe oturmaya ve yüzlerine bakmaya devam edebilmek de çok büyük metanetti, çok.

Avukatlar ayrı bir kahramandı; daha dava başlar başlamaz çok önemli bir şey başardılar; silahlı birine suçüstü yaptılar. Önce uzman çavuş olduğunu söyleyen bu şahsın, kimlik tespiti yapılınca tutuklu polis Mevlüt Saldoğan’ın teyze oğlu olduğu anlaşıldı. Kayseri’nin girişinden mahkeme salonuna kadar olan mesafede, hepimiz en az sekiz defa aranıp kimlik kontrolleri yapılırken, Ali’ye öldürücü darbeyi vuran polisin silahlı akrabasının o salona nasıl girdiği hala muammadır ve açıklığa kavuşturulmalıdır. Duruşma ilerleyip Mevlüt Saldoğan ifade verdikçe, bu olayın önemi iyice anlaşıldı. Terörle mücadelede aldıkları eğitimle övünen katiller soğukkanlılıkla öldürmek isteseler başka türlü yapabileceklerini anlatıyorlardı. Yani “pusu kurmak” ta ustaydılar ve işte muhtemel bir “mahkeme pususu” avukatlar ve bütün salonun refleksiyle önlendi. Mahkeme salonunu dolup taşıran, inatla sonuna kadar bekleyen ve her an büyük bir dikkatle refleks verip duruşmanın adil yürümesini sağlayan herkes kahramandı.

Ama asıl olarak dışarıda, dondurucu soğukta büyük bir kararlılıkla bekleyen Ali’nin yoldaşları kahramandı. Onlara gerçekten “Her yer Taksim, her yer direniş”ti. Şimdi de Kayseri’nin ayazında, ateşler yakıp, dünyanın en doğal işini yapar gibi direniyorlardı. Her mevsimde aynı azimle direnen, bulunduğu ortama hemen uyum sağlayıp yayılıp yerleşen, Gezi Parkı’ndan diğer parklara, Çağlayan Adliyesinden birçok adliyeye her ortamda direnişin gereğini yerine getiren Gezi Direnişçilerinden korkmakta haklılar gerçekten.

Ve Kayseri’nin demokrasi güçleri kahramandı; dava eylemini zor şartlara sahip bir ilde olmalarına rağmen başarıyla organize ettikleri, gelen herkese iyi bir ev sahipliği yaptıkları için ellerine sağlık. Aynı zamanda adliye çevresindeki Kayseri esnafı ve halkı da iyiydi, kendilerine “öcü” olarak gösterilen Gezi direnişçileriyle kaynaştı, tanıştı ve “siz hiç televizyonda anlatıldığı gibi değilmişsiniz” dedi.

Mahkeme heyeti de, davanın ilerlemesine dönük davrandığı için olumluydu. Daha doğrusu Türkiye’de hukukun geldiği durum, Ethem Sarısülük davasında uyuyan heyet düşünüldüğünde bir duruşmanın olması gerektiği gibi hiç değilse şeklen hukuka uygun yürümesi bile memnuniyet uyandırıyor.

Zaten olması gerekenin, bir parçacığı yerine geldiğinde bile mutlu oluyoruz. Bu bakımdan heyet hiç değilse şeklen hukukun gereklerini yerine getiriyor ve ilerletici davranıyor.

*

Son olarak Kayseri’ye gelemeyen ama kalbi orada atan bütün Türkiye toplumu kahramandı.

Ali, büyük insanlığın mutlu yaşadığı bir dünya için,

En büyük insanlık suçuyla öldürülmüştü.

Bu yüzden kendi bir kahraman oldu ve annesinin deyimiyle “binlerce Ali”, saymakla bitmeyen kahramanlar doğurdu.