Birkaç haftadır dolaşımda bir yazı var; “Faşizm geliyorsa nasıl yaşamalı? Yale Üniversitesi'den Prof. Timothy D. Snyder'in öğütleri”.
İlk bakışta, faşizme “alışmaya” telkini çağrıştıran yazı başlığının kendisi bile rahatsız edici, onur kırıcıydı. “Alışmayacağız” diyen bizlere hitap etmediğini düşünerek, geçtim gitti. Ve fakat geçilemiyordu. Sanırım faşizmin hızla geldiği bir ülkede olmamızdan kaynaklı, her gün daha beter bir örnek yaşadıkça bu yazı, yeniden yeniden paylaşılıyor, illa okumaya zorlanıyorduk. En nihayetinde mecbur kalıp yazıya baktım.
Son bakışta da bizim için bir felaketti.
Avrupalı yazarın bir suçu yok, o kendi çapında kendi dünyasında. W. Benjamin’den esinlenerek genel geçer öğütler veriyor. Ama bağlamından koparılınca Benjamin’in “işini iyi yap” gibi klasikleri bile, bizde KHK’larla işten atılmış binlerce insanı düşününce tutmuyor. Biz KHK’ların tam bir rejime dönüşeceği başkanlık anayasası kapıda bekler iken, bu yazı ülke sathında başımıza gelen o büyük bela ile ülke sathında ne yapacağımız ile hiç ilgilenmiyor, örgütlenmekten hiç bahsetmiyor. Sadece elimizde ne kaldıysa – dernek, gazete vs.- korumayı öğütlüyor, kuşkusuz gerileme dönemlerinde bunun da önemi var. Ama bizim acı gerçeğimiz şu; bir Ortaçağ Devleti kurulmak istenmesine karşı elimizde kalan 12 Eylül darbe anayasası. Biz maalesef ki onu korumaya çalışıyoruz. Ve bugün bunun için bile ülke genelinde örgütlenmek gerekiyor. Yani tek başına gazete, dernek korunamıyor. Bu gidişata onay vermeyen hepimizin bir araya gelmesi, güçlerimizi birleştirmemiz, buna ikna olmamız, bizim tek çaremiz. Bu bakımdan yazıdaki, atomik biçimde dışarı çıkın öğüdü hiçbir şekilde yeterli değil.
İnsanlar itiraz etmediklerinden değil, ikna olacakları örgütlü bir güç göremediklerinden büyük topluluklar olarak dışarı çıkamıyor. Son denemeleri 7 Haziran’da da kazandıkları halde, özgürlükleri çalınmış bir ortamda; OHAL şartlarında yaşadıkları için dışarı çıkamayabiliyor.
Ama içerilerde -bu yazıyı paylaşanlar dahil- hiç kimse, özlem duyduğu o özgür dünyayı unutmuş da değil.
Aslına bakarsanız, yazıyı paylaşan kimsenin pek mutlu olduğunu da sanmıyorum çünkü tıpkı bir bilgisayar oyunu gibi her paylaşan önce memleket gerçeğinden tümden koptu, pat düştü. Bu açıdan yazı hakikaten tam bir anestezi etkisi yaratıyordu. Bu arada benzer bir etkiyi yaratan ve son dönemde yaygın başka eğilim de “nostalji merakı”. Nostalji de, şu anda başımıza gelmekte olanı örtüp unutturduğu için insanların sığındığı liman oluyor sanırım. Ama işte bir süre sonra gerçeğin gücü karşısında dağılıp gidiyor. Çünkü hayatımız Yeşilçam filmi gibi değil, Tarantino filmi gibi.
En nihayetinde öğütler, nostalji bir yere kadar oluyor, bizim gerçek özgürlük savaşçılarını kesmiyor. Öyle muhafazakarlar gibi sadece “korumakla” da yetinmez ki onlar, özgür bir dünyaya tam kavuşmak ister, ancak bundan heyecanlanır. Ayırt eden budur. Demokrasi isteyen, özgürlük isteyen herkes, o güzel ihtimali tekrar tekrar arıyor.
İşte o ihtimal var. Demokrasi İçin Birlik bu ihtimal olabilir, birlikte yaparsak.
*
Demokrasi İçin Birlik içinde bu gidişata itirazı olan herkes olabilmeli ama en çok da kadınlar olmalı. Bunun nedeni açık; OHAL en çok kadınları vuruyor ve öte yandan kadınlar o kadar iyi direniyor ki tüm topluma umut oluyorlar. Kısacası kadınlara demokrasi mücadelesi lazım, bu mücadeleye de kadınların direnci lazım, bu konuda özgüvenimiz tam olsun.
Bizim yaşadığımız cinsiyete dayalı ayrımcılık en eski, en köklü, en sinsi ayrımcılık. İşte bu özellikleri nedeniyle de her şeyin; bütün öteki ayrımcılıkların da içinde var ve bazen farkına kolay varılmıyor. Bazen bu çok uzun zamandır söylenen yalanlara Madonna’nın geçenlerde söylediği gibi biz kadınlar da inanıyoruz, yapamayız sanıyoruz. İnanmayalım, çocuk istismarı ile ilgili utanç önergesinde olduğu gibi, bu gidişatı da durdurabiliriz. Değiştirici gücümüze inanalım.
Önümüzde adına ne denirse densin “ tek adam diktatörlüğü” var. Ne tek adam ne çok adam “adam” yasaları istemiyoruz. Ülke tarihinde görüp görebileceğimiz en büyük ayrımcılıkları yaratacak bu rejimin kadınlara neler yapabileceğini de, son 15 yıldır ve özellikle OHAL döneminden biliyoruz.
Ve artık Türkiye’de çamaşır suyu reklamındaki Ayşe teyzeler değil, kıskanç kocasından boşanıp dünyayı gezen, özgürlük isteyen Ayşe teyzeler de var. Kadınlar değişiyor, bizim de hem Madonna’larımız hem Ayşe teyzelerimiz var, daha çok olacak.
Bu yüzden içinde kadınların olmadığı hiçbir yasa, hele “anayasa” yapılamaz.