Türkiyeli kadınlar, seçme seçilme hakkını kazanmamızın 82. yılını kutluyoruz. Kutlama olsun olmasına da, kadınların siyasette temsili ve bugünkü durumumuza dair gerçekçi bir analiz de yapalım. Ama bundan da önce, sık tekrarlanan bir yanlışı düzeltelim: seçme ve seçilme ve diğer modern haklarımız, sanıldığı gibi bize tepside sunulmadı. Hiç bir şey yoktan var olmaz ve var iken aniden yok olmaz. Arkamızda dünyada ve kendi coğrafyamızda birikmekte olan kadın mücadelesi vardı. Osmanlı’da başlayan, Cumhuriyet’in ilanına kadar sayısı kırka yakın kadın dergisi ve derneğine ulaşmış kadın hareketi, uzun zamandır oy hakkı ve bunun ötesinde tam siyasal haklarını; siyasetin öznesi olmayı talep ediyordu.
Arkamızda, milletvekili olma mücadelesini ilk yürütenler; Halide Edip’ler, Nezihe Muhiddin’ler vardı. Halide Edip, bir kadın konferansında salona “şüphesiz ki, biz burada tarih yapıyoruz” der iken, torunlarının bu mücadeleyi anlatacağını da ifade ediyor, buna tam bir güven duyuyordu. Bu yüzden onları, hala sürdürmekte olduğumuz siyasal hak mücadelemiz yönüyle de unutmayalım, kadın vekillere kavuşma tarihimize öyle bir bakalım.
İlkin, 1925 seçimlerinde Halide Edip ve Nezihe Muhiddin CHP’den aday olmak isterler ve reddedilirler. Gerekçe gösterilen Şeyh Said isyanıdır ama aslında mevcut anayasada da açıkça seçime katılacak olanların “erkek” olması gerektiği yazar. İkisi de birbirinden fena iki durum; her önemli toplumsal konunun kadınları engellemek üzere fırsata çevrilmesini de, mevcut yasanın kadın düşmanlığını da aynı anda yaşayan kadınlar, bu çemberi aday olma hamlesiyle kırdılar.
1927 seçimlerinde de mücadele devam ederken, Nezihe Muhiddin “İnkılabları doğuran hamlelerdir. Bu hamlelerimize her seçimde devam edeceğiz ve nihayet bu hakka bizler de her vatandaş gibi katılacağız” diyordu. İşte bu isabetli hamleler, bir tartışma başlattı. Kadınların karşısına “o zaman askerlik de yapın” diye en klişe biçimde karşı çıkan erkekler de oldu, haklı talebimize destek olan da. Bu tarihin ayrıntılarını merak edene, Zafer Toprak’ın (Türkiye’de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm –Tarih Vakfı Yurt Yayınları) kitabını tavsiye ederim.
Sonuçta her ülkede olduğu gibi nice tartışma ve badireden sonra ilk 1930’da Belediye Kanunu’ndaki değişiklikle, ardından 1934’te İsmet İnönü ve 191 arkadaşının verdiği anayasa değişikliği teklifiyle seçme seçilme hakkımıza kavuştuk.
1935’te 18 kadın vekil ile meclisteydik. Bugün rakam tam tersine; 81 kadın vekilimiz var.
Ve fakat darbe niteliğindeki tutuklamalar sonucu 5 HDP’li kadın vekil, mecliste olması gerekirken cezaevindeler. Dahası, 98 kadın vekil kazandığımız; tarihte bizi en yüksek orana ulaştıran 7 Haziran seçim sonuçlarının -yine darbe niteliğinde müdahaleyle- tanınmaması sonucu, 17 kadın vekil de çalınmış durumda. Yerel yönetimlerde ise durum daha vahim, 22 kadın belediye başkanı tutuklu. Zaten çok az olan kadın başkanı sayısı, tutuklamalar ve kayyım atamaları sonucu hepten azaldı.
Şu anda, eşit temsilin de, kritik eşik sayılan %30 kadın kotasının tamamlanmasının da uzağındayız. Olanın da kıymeti bilinmiyor, seçilmiş kadın kürsülerimiz çalınıyor. Bu yüzden bugün içinde seçme-seçilme hakkı geçen herhangi bir konuyu, önce hali hazırda zaten seçilmiş olanların haklarını konuşmadan geçemeyiz. Hemen ardından da, oy hakkımızı kazandığımız halde, kendi hayatımıza oy verme konusunda devam eden mücadelemizi konuşmalıyız.
Bugün kendi hayatımıza karar vermeye çalışırken, hayatımızı seçmek isterken öldürülüyoruz. Kadın cinayetlerinin temelindeki bu adaletsiz çark devam ediyor.
Oy kullanma hakkımızın, sadece yöneticiyi seçme anlamına gelmediğini, dahası seçtiğimiz yöneticilere, bizim adımıza bizim hayatlarımızı seçme hakkı vermek anlamına hiç gelmediğini anlatmaya çalışıyoruz hala anlamamış olanlara.
Seçme seçilme hakkı, tam ve eşit bir siyasal hak: siyasette irademizin tanınması ve kendi kişisel hayatlarımızı da bizim yönetmemizdir. Hiç kimsenin sadece bize ait olan kararlara karışamamasıdır. Bizdeyse seçilmeyi çok yanlış anlamışlar, bugün neredeyse seçimleri de ortadan kaldırmaya çalışıyor.
*
Derler ki, kadın hareketini bir toplumun tarihsel maddi koşulları belirler ve aynı zamanda kadın hareketinin gelişmişlik düzeyi de, o toplumun medeniyet seviyesini gösterir.
Ve aynı zamanda hiçbir şey yoktan var olmaz ve var iken birden yok olmaz.
İşte bugünkü imkan ve umut da bu karşılıklı ilişkide ve tarihimizde.
1934 yılındaki Anayasa değişikliğiyle seçme- seçilme hakkını kazanmamız çok önemli bir kopuştu: böylelikle kamusal alandaki varlığımız siyasal haklarımızla tamamlandı, yani hukuken tam anlamıyla “yurttaş” olduk.
Bu kopuş dünya yüzünde çoktan başlamış, kadınlar için bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı zamana, Kopernik ile Galileo ile çoktan girmiştik. Teleskop ile insanlık tarihinin öğrendiği çok önemli bilimsel gerçek, evrenin ve dünyanın hareket tarzı hakkında o tarihe kadar bildiklerimizi yerle bir etti. Bu tarihsel kopuş, dünya yüzünde ardı ardına her ülkeyi etkiledi, Tanzimat ile bize de geldi. Biz kadınlarda ilk kez “şimdiye kadar bizim hakkımızda söylenenler de doğru olmayabilir” diyebildik, “fıtrat” tezini yırtıp attık. Geride yakılmış milyonlarca kardeşimizi bırakarak, oy hakkı mücadelemizle başladı hikayemiz.
Şimdi bu çağlar içeren dünya çapındaki tarihsel kopuşu, “parantez” diyerek geri sarmaya çalışanlar, bunu başarabilir mi hiç? Siz söyleyin. Daha bu işin bir de mikroskop boyutu var; onunla da kadın üreme sisteminin bilimsel gerçeklerine ve dolayısıyla doğum kontrol yöntemlerine kavuştuk. O yüzden bedensel özgürlüğümüze savaş açanların da işi zor ama bu ayrı bir yazının konusu.
Sonuç olarak artık teleskopu da, mikroskopu da yok etmek mümkün değildir. İşte kadın haklarını yok etmek de bunun kadar mümkün değil.
Ama bu vahim gidişattan kurtulmamız, parantez kapatmak isteyenlerle mücadelemizin kazanması şart. Çünkü ifade özgürlüğü yoksa cinsiyet eşitliği de yok.
Sonra elbette biz kadınlar yine hamleler yapacak; günümüz biyoteknoloji çağına yakışan yeni haklarımızı da elde edeceğiz.