Recep Tayyip Erdoğan, başbakanlığının ilk zamanlarında “oligarşi”ye çok karşı olduğunu söylemeye başlamıştı.
Başbakanlığının son zamanlarında anlıyoruz ki, oligarşiye bile, karşı olmasının nedeni meğer, bir değil de bir kaç güç arasında paylaşılması imiş. Onun bile sadece kendisine ait olmasını istiyor. Nitekim son döneminde artık oligarşiyi de sıfatsız kullanmaz hale geldi; o sadece “bürokratik oligarşiye” karşı, kendine ait olanı ise mis gibi. Bunu açıkça söylüyor da;
“Yasama, yürütme ve yargının öncelikle bu milletin ardından da devletin menfaatini düşünmesi lazım. Benim yapacağım yatırımı bir kelimeden dolayı erteletirseniz, bu bir-iki sene sürerse, hiç kimseye bunun hesabını veremezsiniz."
E, tabi egemen güçlerin sadece bir tanesinin hakimiyeti ve hükmünü sıfır demokrasi, sıfır hukuk ile sürdürmesinin adı da artık oligarşi bile değildir aslında.
Peki nedir ve nasıl bu kadar göstere göstere yapılıyor?
Bu memleket çok sağcı hükümet gördü. Ama örneğin kadının varlığına ve haklarına bu kadar saldıranı, Refah Partisi döneminde bile görmemiştik diyoruz ya, benzer şekilde hukuka, demokrasiye bu kadar tahammülsüz bir hükümeti Demirel, Erbakan, Türkeş dönemlerinde bile görmedik. Yalnızca gerçekten darbe dönemlerinde böyle olabilmiştir.
Neyle olmuştur? Evet Türkiye’de adalet hep güçlüden yana olmuştur ama şeklen de olsa bir hukuk devleti vardı ya, işte şimdi AKP eliyle o şeklen hali bile kaldırılmaya çalışılıyor. Gözümüzün önünde şeklen herkese geçerli olan işlemler, Bilal Erdoğan’a uygulanmıyor işte. Bilal Erdoğan için yasa değişiyor yasa. Ama öyle böyle değil, HSYK değişirken, tarihsel olarak burjuva devletinin temel harcı olan “yasama, yürütme, yargı” güçleri ayrılığı lağvedilmek isteniyor. Türkiye’de hiçbir dönemde, dünyada hiçbir ülkede görülmemiş olan bu Recep Tayyip Erdoğan’a özel stil, oligarşi bile denilemeyecek bir diktatörlük olabilir ancak.
Aslına bakarsanız günümüz kapitalizmiyle de hiçbir alakası yok bu yaptıklarının. Erdoğan’ın canı çektiğinde çok örnek aldığı Özal, o kadar örnek almadığı Demirel, Erbakan bile böyle değildi. Mesela onlar bir sanayi sermayesi, bir modern sermaye sözcülüğünü yürütür, onlarla rezonansı korurdu.
AKP ise sanki kapitalizmin tarihsel olarak dünya tarihinde ilk sahneye çıktığı zamanların tüccarlarının, “tefeci sermayenin” temsilcisi.
Daha doğrusu kendisi tam bir tefeci.
Böyle olunca, yönetimi de bununla uyumlu hale getirmesi lazım geldiğinden, tarihsel olarak burjuva devletinin kurulmasından bir önceki döneme dönmek istiyor hep. Monarşiye dönelim istiyor. Kadınlar, gençler, toplum için feodalizmin son dönemindeki yaşantı yetsin istiyor.
Bu mümkün olabilir mi? Tarihin tekerleği hiç tersine çevrilebilir mi? Hayır elbette, bu yüzden de kaybetmeye mahkumlar. Ama bunu bilmek, bugün somut olarak, açık açık denedikleri ortaçağ gidişatına seyirci kalmak anlamına gelmemeli.
Tam tersine Türkiye toplumu tarihinin en modern, en kentli ayaklanmasını; Gezi Direnişini var etmiş bir toplum olmanın özgüveniyle duruyor karşısında AKP’nin.
Yani daha öncekilerin yapmadığı şeyler deniyor ya başbakan,
Daha önce olmayan başka şeyler; direnişler de olmuş durumda işte bugün.
Ve daha önce olmayan şeyler ilk kez olduğunda şaşırmamız gerekmiyor; oradan çok tarihsel imkanlar, çok ışıklar da belirir puslu havada.
Yani yine daha önce olmamış başka bir dünyayı kurmanın ışıkları belirir.
Salt AKP’nin “çoğunluğu” için değil, bütün toplumun çoğunluğu için mutlu yaşanabilen bir hayat belirir. Erdoğan’ın, Bozdağ’ın iki dudağı arasına bırakılamayacak olan bütün toplumun gerçek hayatıdır.