Ayşegül Terzi davası Türkiye yargısının kadın hakları, laiklik ve hukuk sınavıydı. Dünkü ilk duruşmada sanığın tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmasıyla yargı yine sınıfta kaldı ve bağımsız olmadığını kanıtladı.

Her şeyden önce bu karar siyasidir. Ve ne siyaseten ne hukuken kabul edilebilir. Sanığın savunmasında “şeriata uygun giyinmeyeni vururum” sözü ve böyle konuşan bir failin, anayasaya göre hukukla yönetilen bir ülkede serbest bırakılması, sadece Ayşegül için değil milyonlarca kadın için tehlike demektir. Akıl sağlığı yeterli değil savına dayanarak serbest bırakılması benzer bir tehlike yaratır.

Ayşegül’ün giydiği kıyafet bahane edilerek otobüste tekme ile saldırıya uğraması münferit değildi. Sanığın “İslam Hukuku’na” göre davrandığını söylemesi; Türkiye’nin gidişatını, kadınlara ve laikliğe yönelik sistemli saldırıyı açığa çıkarmıştı. Olay yaşandığından bu yana yargı skandalları ile doluydu: sanığın yakalanması için mücadele ettik, yakalanıp sırıtarak serbest bırakılmasından sonra mücadele ettik, en nihayetinde kadınların ve toplumun tepkisi üzerine tutuklanmasını sağladık. Abdullah Çakıroğlu’nun tutuklanması tüm Türkiye için hak ve özgürlük ortamına doğru bir viraj olabilirdi. Ama bunu istemeyenler, buna bile tahammülü olmayanlar arkasından hiç boş durmadılar. “Mırıldanın” dediler, “madam gibi değil adam gibi ölün” dediler. Geçen süre içinde “doğru yürüme”, “epilasyon tanıtımı yapma” daha birçok benzeri kadın düşmanı ve yobaz saldırının, onlarca kadın cinayetinin ve şiddetin önünü açtılar, en nihayetinde bugün bu sonucu yarattılar.

Dünkü duruşmada sanığın sürekli “ gayrimüslim” sözünü etmesi “madam” sözünden geliyor, pişkin biçimde “orta halli tekme attım” demesi “mırıldanmaktan” . Bu siyasi iktidar, dün Diyarbakır’da IŞİD’lileri serbest bıraktı, seçilmiş kadın belediye başkanını gözaltına aldı, bugün İstanbul’da IŞİD’ten farkı olmayan adamı serbest bıraktı.

Sanığın “akıl sağlığım yerinde değil” demesi yalandır ve tüm kadın cinayeti davalarında karşımıza geliyor. Kaldı ki akıl sağlığı bozuk olsaydı bile – daha önce başka davalarımızda olduğu gibi- tedavi ve takibi yapıldığı sürece cezadan muaf tutulmaz. Ancak konu sağlık değil siyasettir ve toplumsal mücadele ile elde ettiğimiz adalet bile AKP’ye fazla geliyor, onu da geri almaya çalışıyor. Hazırlanan iddianamede, sanığın ‘inanç düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme’, ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama’, ‘Kasten yaralama’ ve ‘hakaret’ suçlarından toplam iki yıl yedi aydan dokuz yıl dört aya kadar hapsi istenen adamı serbest bırakan hukuk rezaleti başka nasıl açıklanabilir? Bu karara imza atan yargı görevlilerine yazıklar olsun. Ayşegül’ün koruma talep etme durumunda kalmasına neden olan bu yargıdan ve bu kararlara sebep olan siyasetçilerden, utanıyoruz.

Sanık avukatı da bir de tutmuş duruşmada kadın örgütlerini “siyaset yapıyorlar” gerekçesiyle istemediğini söylemiş. Bu avukat nasıl hukukçudur? Kadınların bu davaya müdahillikleri çok temel haktır, İstanbul Sözleşmesi Madde 51 ile de güvence altına alınmıştır. Ama daha da önemlisi sanık “İslam rejimi” propagandası yapıyor siyaset olmuyor da, bizler her görüşten kadının temel haklarını savununca mı siyaset oluyormuş? Elbette böyle siyaset yapacağız.

Kadınlara, ezilenlere yönelik tüm baskılar politiktir. Biz de yaşam hakkımız, özgürlüğümüz ve tüm haklarımız için, haklarımızı doyasıya yaşayacağımız laik ve demokratik bir ülke için sonuna kadar politik mücadelemizi vereceğiz.

Dün duruşmada Ayşegül kardeşimizi “bacaklarım kapalıydı, kucağımda poşet vardı” diye açıklama yapmak durumunda bırakan bu puslu karanlık havayı dağıtacağız. Kadınların bacakları açık da olabilir, istedikleri gibi giyinip istedikleri gibi yürüyerek istedikleri saatte dışarıda olabilirler. Türkiye’yi de, bizim içimizi de karartmazsınız.

Dün Türkiye için tam bir utanç günüydü: İstanbul’dan Diyarbakır’a kadınlara tekme atmak isteyenler, çocukları da ihmal etmedi; çocuk istismarında cezaları belirleyen sınırı 12 yaşa çeken düzenleme gündeme geldi.

İstanbul’da Ayşegül nezdinde tüm kadınlara yeniden tekme atıldı.

Diyarbakır’da seçilmiş belediye başkanı Gültan Kışanak ve kadın milletvekilleri nezdinde kadınların yıllardır yerel yönetimlerde emek vererek kazandıklarına da tekme atıldı.

En son akşama doğru öğrendik ki bir tekme de çocuklara atıldı: çocuk istismarının yaş aralığı sırf “imam nikahının” önünü açmak istedikleri için 12 yaşa çekildi. 15 -16 yaşın çocuk gelişimi açısından evrensel bir sınır olup olamayacağı dünyada tartışılıyor ancak 12 yaş dünyada başka hiçbir ülkede görülmedi. Sahraaltı Afrika’da bile çocuk istismarına net tutum alınırken Türkiye’de yetkililer istismarcılarla mücadeleyi reyting derdindeki Müge Anlı’ya bırakmış durumda.  

Fakat bütün bunlar kadar tehlikeli bir şey var;  o da bizlerin umutsuzluğudur. Her vahim gelişmede “şaşırmadık” demek, konuyu derde- duyguya boğmak ya da son zamanda daha çok yükselen bir eğilim olarak  siyasi mücadelen iyice uzaklaşıp hepten ütopik olmak sonumuz olur.

Asla içimiz kararmasın ve bu gidişata sessiz kalmayalım. Tüm kadınlar bilsin ki biz hem haklıyız hem güçlüyüz; arkamızda, hakları için ayaklanmış dünyanın tüm kadınları var.

Üzgün değil öfkeli, yalnız değil örgütlüyüz. Yüzyıllar önce kazandığımız hakları vermeyecek, asla bizi Ortaçağ devletine götürmek isteyenlere teslim olmayacağız.

Sakın başımız öne eğilmesin. Hep birlikte bu kararı alana, aldırana “yazıklar olsun size” diyelim,  tepki verelim, sesimizi tüm dünyaya duyurmaya çalışalım. Ayşegül davasından Diyarbakır’a Türkiye demokrasi ve özgürlükler sınavı veriyor.  Yargı sınıfta kaldı ama biz mücadele ederek laikliği ve  demokrasiyi koruyabiliriz. Emin olun,  itiraz ettiğimiz, başımız dik durduğumuz için daha büyük felaketler olmuyor.

Kazanmak için ve asıl utanması gerekenlerin başı öne eğilsin diye mücadeleye devam.