Metris metris olalı bu kadar lüks arabayı, bu kadar sık görmemiştir herhalde.
Ahmet Kaya’nın Metris’i gibi değil elbette Ebru Gündeş’in ki, Muammer Güler’in ki. Önünde kahveler yok, içinde can dostlar beklemiyor, bizim modellerini bile bilemeyeceğimiz iri yarı lüks arabalar, istedikleri zaman geliyor, “yolsuzluk iddiası” ile tutuklanan Rıza Sarraf, Barış Güler ile istedikleri gibi görüşüyorlar.
Ben “masumiyet karinesine” saygılıyım ama onlarda “mahremiyete saygı” sıfır. Her seferinde ana kanalda haber oluyor bu her gün yapılan görüşmeler.
“Karısı, babası” diyeceksiniz, deyin de peki İbrahim Tatlıses nesi?
Aslına bakarsanız konu onların görüşmeleri değil, bütün tutuklular yakınlarıyla ve yakını olmayanlarla engellenmeden görüşebilsin isterim ben. Bu Metris trafiğini televizyonların vermesi, böyle açığa çıkması da iyi oluyor.
Konu şu; şu anda cezaevlerinde temel haklar için ve hatta hasta tutukluların tedavi edilmeleri için bile mücadele sürerken, halka göstere göstere yapılan bu ayrıcalıklı ziyaretler nasıl oluyor?
Konu; bize gösterilerek yapılanlara bakılarak, gösterilmeden kimbilir neler yapılıyordur? sorusunun apaçık ortaya düşmesi.
*
Bu günlerin en iyi tarafı; bizden gizli neler yapılmış neler? sorusunun açıklık kazanması.
Bunlardan kadınların payına düşeni, açıktan yapılanlara bakarak da kestirebiliyorduk ama şimdi tam olarak belgeleriyle gördük; kadınlar korunmadıkları için her gün öldürülüyorken, onları korumakla sorumlu bakan, rüşvet karşılığında Rıza Sarraf’a çok özel korumalar atamış.
Durum tam öldürülen kardeşimiz Emine Yayla’nın babası Sakarya’lı Hasan Abi’nin bir yıl önce söylediği gibi; “20 kere koruma istedim, vermediler. Zengin olsak korurlardı”.
Şimdi görevini devrederken kadınlardan helallik isteyen Fatma Şahin’e hakkımızı nasıl helal edelim biz?
*
AKP’nin yönettiği Türkiye’de, cezaevinde kanser hastaları dâhil tedavi alamayan tutuklular için her gün mücadele sürerken, yolsuzluk yapanlar özgürce istedikleri ile görüşüyorlar,
Masumiyet karinesinden bahsedilirken, yolsuzluk soruşturmasını yürüten savcılar dâhil olmak üzere, AKP’nin hırsızlığını savunmayan herkesin masumiyeti ayaklar altında. Hepimiz bir çırpıda “darbeci, komplocu” ve en son “suikastçi” oluverdik.
Bugün mahremiyetten dem vuran AKP, her gün erişkin kadın ve erkeklere kaç çocuk yapacaklarını buyurarak yatak odalarına giriyor, daha dün genç insanların evine de polis eşliğinde girmeyi deniyordu.
Aslında AKP’nin 1. Çaldığı paralar, 2. Bu yüzden yaşadığı çelişkiler saymakla bitmez, sığdıracak kutu bulamayız. Sadece şunu görmek yeter; darbelere karşı dik durmaktan oy alan ve her gün bunu bu toplumun başına kakan AKP, bugün TSK’ya sığınmaya çalışıyor, bundan öte söze gerek yok.
*
Toplumların yolsuzluk karşısında oy davranışları değişkenmiş, duyarlı olanlar her koşulda yani ekonomi tıkırında bile olsa bir daha oy vermez, o kadar duyarlı olmayanlar ancak ekonomi kötüye giderse affetmez imiş. Bu araştırmaya göre biz orta duyarlıymışız ama ben onu bunu bilmem; bizim toplumun “para yiyeni” affettiğini görmedim. Ya AKP, bu Türkiye halkları, tıpkı darbecileri affetmediği gibi, hırsızı da affetmez, tarihinde hep böyle yaptı.
Bir de Gezi direnişini ekle üzerine, hep bize işaret ettiğin sandığa bir de öyle bak.
*
Bir şarkı daha var Metris ile ilgili; Ali Asker çok güzel söylüyor, “şu metrisin önü bir uzun alan, bir tek seni sevdim gerisi yalan” diye.
Sevilecek bir tek, zulme karşı direnişte evlatlarını veren bu halktır. Gezi şehitlerini unutturmayan, yılbaşında, tribünlerde, her yerde ve mücadelede yaşatan halk.
Biz bu şarkıdaki halkı sevdik, AKP gerisini; “yalanı” seçti.