15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili süren soruşturmanın ve birçok ayrı noktadaki kamera kayıtlarının ortaya çıkardıkları arasında, darbeye karşı canı pahasına direnen kadınlar da var. Çıkıp televizyonlarda yaşadıklarını anlatıyorlar, medya da onları öne çıkarıyor. İyi de oluyor.

Geçen hafta daha hiçbir şey net değil iken anında netleşen ilk şey; darbeyi bastırma sürecinin, tecavüz çağrılarına varan cinsiyetçi karakteriydi.

İşte şimdi bir kez daha görüyoruz ki; hayat çelişkilerle dolu. O aşağılanan cinsiyet, kahramanlıklar da yapmış meğer. Askere ateş edebileceğini düşünmeden yaklaşan, düşünse bile geri durmayan, kamyon kullanarak birçok kişiyi Taksim’e taşıyan ve belki kimsenin tanık olmadığı direnişler yapan başörtülü kadınlar var. Tam İŞİD tarzında, tecavüz çağrıları, tacizler ve tehditleriyle cihatçılar karşımızda, kendileri gibi olmayan herkesi tehdit ederken, darbe karşıtı gösterilerde her yer erkek, araya karışan az sayıda kadın görürken bu tablonun değişmesi, medyanın buna önem vermesi iyidir. Demek ki neymiş; tanklar ve silahlar karşısındaki cesareti ile başbakanı ağlatan, Cumhurbaşkanını duygulandıran bu kadınlar “fıtratları” gereği evde oturmamışlar, sokağa çıkmışlar.

Çocuk sahibi olan olmayan birçok kadın demek ki “yarım” değil, “tam” imiş.

İster AKP’ye oy verdikleri için, ister Erdoğan’ı savunmak için, isterse kendi çocukları için olsun, onları tamamlayan sadece kendi çocukları değilmiş. Çünkü çoğu bunu kendi ağzıyla söylüyor; televizyonda “hiçbir şeyi gözüm görmedi, evden çıktım” diyorlar.

İşte onları tamamlayan, büyük şehirlerin ana arterlerinde vuku bulan, büyük çaplı bir olayda topluma karışarak yer almaları; yani o momentte modern bir tarzda var olmalarıdır. Farklı görüşte olmamızın hiçbir önemi yok. Olaylar bizim yıllardır anlattığımız ama kabul ettirtemediğimiz esas görüşümüzü doğruluyor; bu da kadınların toplumsal bir varlık, ayrı ve eşit bir özne oldukları gerçeğidir.

(Bu arada 15 Temmuz gecesinde, İstanbul semalarında ses sınırını aşarak halkın bombalanacağız korkusuna sebep olan F-16’nın pilotunun da kadın olduğu ortaya çıktı. Bu çelişki değil, benzer bir gerçeği açığa çıkarıyor; kadınlar özleri; doğaları gereği “barışçıl” değildir, kendi seçimleriyle toplumsal olarak var olurlar. Bu pilotun henüz ifadesini bilmiyorum ama elindeki uçak kullanma süper kuvvetini, böyle kullanmış olması çok “menfur”. Kadın olduğu için değil, açık siyasal bir seçimle davranmadığı, böyle gizli ve tepeden halkı ele geçirebileceğini düşündüğü için. Sabiha Gökçen’e benzetiyorlar ama bence hiçbir açık siyasal görüşü olmadığı için ona bile benzemiyor).

Hangi saikle direnmiş olurlarsa olsunlar, siyasal bir saikle direnen kadınlara - ki darbe karşıtı olmak önemli ve doğru bir saiktir ama onları otomatikman demokrat ve hak savunucusu yapmıyor- “bir kadın olarak” direnme bilincinin, muhafazakar bir parti için de hayati önemini gösterdikleri için teşekkür borçluyuz.

Evlere kapatılmaya karşı bu sefer muhafazakar cenahtan kadınların yanıt verişidir bu.

Kadın hareketinin bunun üzerinde durması, zaman içinde daha çok değerlendirme yapması da gerekir. Ancak şu anda net olarak açığa çıkan ve bu kadınların görmesi gereken bir başka gerçek şu; demek ki bizim bütün mücadele hayatımız boyunca yaptıklarımız, sözlerimiz boşa değilmiş. Kadın cinayetlerini durdurmak için, modern hakları için, laiklik için direnen kadınlara, evladı için darbecilerle mücadele eden Cumartesi annelerine, toprağı için direnen Havva Analara, Gezi’de direnen, kadınları İŞİD barbarının elinden kurtarmak için direnen, savaşan kadınlara da onlar teşekkür borçlular.

O yüzden özellikle darbe karşıtı gösterilerde gördüğümüz “cihatçı” bayrakları ellerine alırken bütün bunları göz önünde bulundurarak bir kez daha düşünsünler. Bu memlekette kaldığı kadarıyla laiklik, demokrasi ve hukuk ve bunun mücadelesini verenler olmasaydı, o tanklar zor durdurulur ve kadınlar karede bile yer almazdı. Bugün şu anda giydiğimiz kıyafetleri ile rahatça dışarı çıkıp topluma karışabildiğimiz, o cemaatlerin fetvalarındaki gibi bir hayata mahkum olmadığımız için de hepimiz dünya ve Türkiye kadın hareketine teşekkür borçluyuz.

O halde ve OHAL’de, bizden öncekilerin büyük bedeller ödeyerek kazandıkları bu hakları geri vermemek için de birlikte direnmeliyiz. Şimdi televizyonlarda darbeyi durdurmak için ödenen bedeller durmadan anlatılıyor ya, kadınların haklar elde etmesi için tarih boyunca can veren kadınlara ve ne bedeller ödendiğine burada girmeyelim, şık olmaz. Ama bu darbeler diyarı bir memlekette demokrasi mücadelesi için kimlerin can verdiğine girelim isterim: sosyalistler, solcular, demokratlar ve tüm görüşlerden kadınlar her darbede en çok darp olan oldu. Buna rağmen yine tarihin garip bir ironisi; neredeyse bir asırdır solun üzerinde asılı duran “darbecilik” yaftası vardı. İşte bugün Taksim’de CHP’nin çağrısıyla birçok farklı görüşten insanın buluştuğu “demokrasi ve laiklik “ mitingi bu yaftayı indirdi. Aynı zamanda Taksim Meydanı’nın demokrasi ve modern hakların sesiyle dolması, gerçek bir demokrasi rüzgarı yarattı. Sonuçta, sol darbe istemiyor. Bu sefer darbenin adresinde İslami bir görüş var. Üstelik daha önce görülmemiş şiddet seviyesinde ve Meclisi bombalama seviyesinde halk düşmanı.

*

Ey halkım, demek ki İslamcı da darbe yaparmış.

Demek ki, İslamcılık otomatikman devletin resmi görüşü olamazmış. Bir devletin resmi görüşü ancak yansız; laik, demokratik, evrensel hukuk kuralları olabilirmiş. Meclis önemliymiş. Bu yüzden siyasal olarak da bombalanmamalıymış.

AKP bu dersleri alıyor mu? OHAL şartlarında bütünüyle kuşkudayız. Türkiye’nin yakın tarihinde çözdüğü, olumlu örnek olarak kadın cinayetleri için bile andığımız işkenceyle mücadele sıfır noktasında. Göstere göstere işkence geri geldi. Tarihte görülmemiş tuhaf cenaze icatları yapılıyor. Sürekli yeni darbeler üretecek tarzda kin tohumları ekmek hiç dopru değil. Ve kapıda hala esas büyük tehlike; iç savaş tehdidi duruyor.

AKP ilk iktidar yıllarında Türk-Kürt, Alevi-Sünni, laik-anti- laik fay hatlarını çözeceğim diyordu ve bizi iç savaşın eşiğine getirdi.“Güven” bir roman adı değil ve artık AKP’ye güvenmek zor. Ancak demokrasi güçlerin buluştuğu ve büyük bir blok oluşturabildiği birliklere güvenebiliriz. Ve büyük tehlikeleri, bu tehlikeleri göze almaktan geri durmayanları, boşa düşürecek olan sadece ve sadece Türkiye halklarının sağduyusudur.

Türkiye tarihinde en çok gurur duyulan anlardan biri; 1 Mart tezkere sürecidir. Madem ABD emperyalizmi istemiyoruz -üzerinden yıllar geçmiş, köprülerden çok sular akmış da olsa dışarıda; Irak’ta savaşa karşı barış tutum alabildiyse, Türkiye halklarının olası kardeş kavgalarını da durdurabilme umudu vardır.