15 Temmuz darbe girişiminin tam olarak nasıl gerçekleştiği ve ülke tarihinde nereye oturacağı henüz net değil. Bu olağanüstü dönem üzerine daha çok konuşacağız, konu daha çok su kaldırır. Sonuçları da zamana yayılacak gibi görünüyor ve elbette ki olasılıklara bağlılar. Düne kadar en azından olasılıklar netti ve önümüzde sadece iki yol vardı: kaybetmekte olduğumuz demokrasiyi yeniden kazanmak ya da hepten ortadan kalktığı aşiret devletine dönüş. Yani bizim çağımızda teokratik bir devlet.

En nihayetinde OHAL kararı ilan edilerek, demokrasi beklemenin naifliği apaçık ortaya çıktı. Hafta boyunca yaşananlar bunun işaretlerini vermişti ama insan psikolojisi işte, iyi olana inanmak istenir ya öyle lafı dolaştı durdu işte.

Şimdilik önüne geçildiği düşünülen darbeye karşı hem muzaffer “demokrasi bayramı”, hem de tetikte “demokrasi nöbeti” ile dolan sokaklardan ve ona seslenen cumhurbaşkanından demokrasiye dair hiçbir işaret gelmeyen günler geçirdik. Sonunda bununla tutarlı olan oldu; OHAL geldi.

Gelmesiyle nedir ne değildir faslı açıldı ama aslında OHAL bize hiç de uzak değildi. Yanı başımızda Kürt halkının, yakın geçmişte tüm Türkiye halklarının bildiği “yerli ve milli’ OHAL’ler ile tanışmıştık. Fransa’dakine hiç benzemiyorlardı.

Fransa’da; İŞİD tehlikesine karşı OHAL var ve kararı parlamento verdi.

Türkiye’de; bırakın OHAL’i, İŞİD örgütünden tutuklu olan bile yok. Kararı da - bugünlerde kurtarmakla gurur duyduğumuz Meclis’e bile götürülmeden- cumhurbaşkanı verdi.

Evet,  15 Temmuz gecesinde TBMM’nin bombalanması çok vahimdi. Ama öte yandan bizim bu meclisimiz her gün siyasal olarak bombalanmaya devam ediyor. Bizdeki “ yerli ve milli” OHAL, “Türk Tipi Başkanlık”  olarak yaşanmaya başladı bile.

*

Soru: Neden OHAL?

Cevap: Darbe tehlikesi var, onu durduracağız.

Soru: Darbe özünde ne anlama gelir?

Cevap: Demokrasi altında yapılan seçimleri, seçilmiş insanları tanımamak, silah ve zor yoluyla –tıpkı ismindeki anlam gibi, bir anlamda darp ederek- bertaraf etmek, sonra kendi canı istediği zaman seçim yapmaktır. Demokrasi yerine bu hukuksuz durumun ihtiyacı olan şeyi; olağanüstü hallerin yaşandığı kendi özel hukukunu tesis etmektir.

Soru: Darbeyi geri püskürttüğümüz bu hafta neler oldu?

Cevap: Genç askerler linç edildi. İdam tartışılmaya başlandı. Sokaklarda cihatçılar silah gösterip “laik köpekler” diye küfretti, “Aleviler için cehennem” sloganları atıldı. HDP binalarına saldırıldı. Birçok yerde kadınlar tacize uğradı. Cumhurbaşkanı “Topçu kışlasını yapacağız” diye iddialaştı, başdanışmanı “halkı silahlandırmak gerektiğini ” söyleyerek neredeyse iç savaş çağrısı yaptı. Binlerce kişi gözaltına alındı. İşkence geri geldi. İşkence edilenlerin görüntüleri devletin haber ajansından servis edilmeye başlandı. Polis çocuk istismarını bile işkence literatürüne dahil etti. Kadınları savaş ganimeti olarak görenler tecavüz çağrısı yaptı. Sela ile başlayıp tekbir sesleriyle devam eden sonra da nasıl oluyorsa “dombra”ya da geçilebilen eylemlerde bir kez bile “demokrasi” sözü edilmedi. Tüm kamu çalışanlarının izinleri durduruldu. OHAL ile birlikte muhtemel ki sansür de artacak, gözaltı süreleri uzayacak, KHK’lar geliyor, yargısız infaz, gözaltında kayıp, emekçilerin haklarının askıya alınması ve daha neler olacak bilinmiyor. 

Son soru: Darbe olsa ne olurdu?

Cevap: Yok.

*

Bütün bu vahamet içinde kadınların konumu ne olacak? OHAL’de kadın olmak ne anlama gelir?

Aslında bu OHAL, biraz da kadınlara dayatılan hayata benzer. Hem kurallar var, hem kuralsızlık. Şartlar belli, saatler belli. Ama uymaz isen kural belli değil, direk öldürülebilirsin.

Bununla mücadele diyorduk, devam edeceğiz. Ama kadınları da, daha zor günler bekliyor. Mesela, 15 Temmuz ile ilgili birçok belirsiz durum var iken, kadınlara neler olabileceği daha ilk andan netleşebildi.

 Her şey muamma ama kadınlara ne yapılabileceği net. Tecavüz çağrılarını, tacizleri, “hanımlar eve” diyen cemaat bildirileri hızla gördük.

Darbe olsaydı ne göreceğimizi de biliyoruz. Bugüne kadar genelde darbelerden; militarizmden çok zarar gören taraf kadınlar oldu. Bu konum nedeniyle de darbelere karşı demokrasiyi savunmak kadınlar için şart. Klasik militarizmin de, cihatçılığın da erkek egemen bir cinsiyetçilikle işlemesi, tüm sembollerinin bile baştan aşağı kadının aşağılanmasına kurulu olması durumu yeterince açıklıyor.

Türkiye’de şu anda İŞİD gibi düşünenler sokakta, iç savaş tehlikesi kapıda, silahlanma çağrıları yapılmakta iken durum daha vahim. Hedef tahtasında olacak ilk grup kadınlardır. Çatışmalı bir sürece girdiğimizden beri –örneğin geçen yıla göre cinayetlerin ateşli silahla işlenme oranı %50 arttı. Bir de silahlanmanın arttığı durumda, kadınlar adeta Meksika sınırında yaşar olacaktır. Cinayetler artacak, savaş ganimeti görüp çağrı yapan adamlar bugünkü gibi geri adım atmayacak uygulayacak, tecavüzler artacak, bunlar olmasa bile o silahların varlığı kadınların her şeye boyun eğmesi için büyük bir tehdit olarak kullanılacak. Sinemada şöyle bir kural vardır; bir filmde silah görünürse mutlaka kullanılır…

Evet, kadınlar için zor günler bu süreçte başlamadı, uzun bir zamandır, kadın cinayetlerine, şiddete, gittikçe artan ve her yere yayılan cinsel şiddete ve aslında laikliğe ve kazanılmış tüm modern haklarımıza dönük saldırıya karşı mücadele ediyorduk. Son gelişmeler, bu mücadelede çok ısrarlı olmamız gerektiğini gösteriyor. OHAL şartlarında, reflekslerimizi canlı tutmak, sessiz kalmamaya devam etmek, güçlerimizi de birleştirerek ortak bir kadın mücadelesi için çaba göstermek daha çok önem kazandı.

Öte yandan bütün toplum için mücadeleden de hiç geri durmamamız gereken dönemdeyiz. “Bir kadın olarak” bütünsel olanı anlamak ve yorumlamak için çaba göstermeye ve burayı sadece uzman erkeklere bırakmadan genel mücadelenin özneleri olmamıza artık daha çok ihtiyaç var. Bu herkesin faydasına olacaktır.

*

15 Temmuz ve sonrasında, insanın içi en çok da, bu yüzyılda, iyi kötü hukukla yönetilmiş bu ülkede, bu kadar hızlı biçimde karanlık çağlara doğru yuvarlanmış olmamıza yanıyor.

Bize de bu tarih denk geldi diye düşünüyorsunuz ama bu işte bir tuhaflık var. Tarihsel olarak böyle olmaması gerekirdi, bu olanlar anakronik.

İşte umudun başladığı yerde burası: insanlığın aklı var ve bir başka seviyeye gelmiş isek, buradan da çıkabiliriz, çıkış var. Dahası, tarih bizden yana; Türkiye’nin bu gidişatı evrensel gerçeklerle bağdaşmıyor.

Önümüzdeyse bugüne kadar yaşadıklarımızdan daha büyük bir tehlike olarak iç savaş tehdidi hala duruyor. Cumhurbaşkanı ve başdanışmanın, başbakan dahil tüm çevreleri tarafından barışa ve demokrasiye çağrıldığı halde, kışkırtmaktan hiç geri durmadıkları iç savaş.

Bu büyük tehlikeyi durdurmak meselemiz olmalı.

Aklımızı kaybetmeyelim. Demokrasi ve barış mücadelemizden, inadımızdan vazgeçmeyelim.

Annelerin söylediği bir güzel deyiş gibi:

İnat da bir murattır…