Şu ismiyle müsemma Radikal ile Taraf gazetesinde ara sıra dünya genelindeki kriz ve eylemlerle ilgili yazılar yazıttırıverenler oluyor.

 
Ülkelerde yaşanan sorunlara karşı yapılan eylemlerle ilgili büyük bir telaşla ilk verdikleri havadis, “göstericilerin” Facebook üzerinden örgütlendiği.
 
Başka bir örgüt olamaz.
 
Zaten olmamalı. Yoksa gösterimizin masumiyeti bozulur.
Bunlar ne örgüt düşmanıymış arkadaş. 
Bunlar ne Ertürk Yöndem yetiştirmesiymiş.
Meğer Kenan Evren içten içe nasıl ezmiş, nasıl şekillendirmiş beyninizi.
Ne çok korkmuşsunuz dönek akrabalarınızın, arkadaşlarınızın örgüt hikâyelerinden.
Eskiden hiç değilse bir “sivil toplum örgütü” zevzekliği vardı. Şimdi o da kalktı. Varsa yoksa Facebook ya “sosyal paylaşım siteleri”. En sonunda hakikaten sivil toplum örgütünün bile örgüt kelimesini sildiler konuşmalardan. Örgüt gitti, “site” geldi.
 
Utanmasalar Ekim Devrimi de Facebook üzerinden örgütlendi diyecekler.
Ben şunu anlayamıyorum: Bu kadar toplumdan, örgütten, ameleden ve radikalizmden tiskiniyorsanız neden hafif-sol-liberal de olsa solcu oldunuz kardeşim.
Allah zaten dört eliyle vermiş size. Güzellik, yakışıklılık, zeka, para, mesleki-akademik kariyer. Daha ne istiyorsunuz. Bir tek toplumdan, örgütten, ameleden ve radikalizmden olmanın onuru yok değil mi?
Olmayacak. 
O onuru hiçbir şeyle kazanamazsınız. 
O onur hiçbir şeyle değiş-tokuş edilerek havadan kazanılamaz.
Bu sizi rahatsız ediyor değil mi? Her şeye rağmen onursuz olmak. Pis kokmak.
Eski zamanların birinde, bir dergide dönek Sinan Çetin’le röportaj yapılmış. Röportajı yapan kadın Sinan Çetin’e sorular soruyor. Kadın ne sorsa Sinan Çetin lafı döndürüp dolaştırıp solcuların ne kadar zayıf, ne kadar beceriksiz, ne kadar çulsuz, ne kadar güçsüz olduklarından bahsediyor. Bir üç beş derken kadın dayanamayıp:
- Sinan Bey solcular bu kadar zayıf, beceriksiz ve güçsüz iseler neden takıyorsunuz bunlara boşverin gitsin, diyor.
Sinan Çetin diyor ki:
- Evet, zayıf, beceriksiz ve güçsüzler ama yine de kibirliler. Bu beni rahatsız ediyor, diyor.
İşte mesele bu. 
Kibrimizi elimizden alamıyorsunuz değil mi?
Bir insanı çırılçıplak soyuyorlar, gömleğini eteğini-pantolonunu üzerinden alıyorlar, hürriyetini elinden alıyorlar ama o yine de “insanlık onuru işkenceyi yenecek” diye çığlık atabiliyor değil mi?
Her şeyi elinden alınsa da, onurun kendisinde kaldığını biliyor çünkü.
Onurunu yumruğunda tutuyor.
Gelelim Wall Street’e.
2008 finansal krizi baş gösterdiğinde ABD yönetimi sistemi yoluna koymak için batan finans kuruluşlarına 700 milyar doları bastırmıştı. Şimdi ise kara tabloyu protesto eden gençlerden 700 tanesini gözaltına almış. Kimine milyar dolar, kimine gözaltı.
Ne 700 milyar dolar, ne de 700 gözaltı ABD’yi kurtaramayacak.
Yıldızlar geçidi bitiyor.
Bir insanın yüzü sapsarı olmuşsa bu makyajla düzelmez. Karaciğerde durum çok kötü demektir. Zaten karaciğer sorun çok büyük değilse sizi pek rahatsız etmez. Ağrıyı ileten sinirler bulunmadığından karaciğerde pek ağrı yoktur.
Sorun kapitalizmin yüzünde değil karaciğerindedir.
Bu yaşantının kapitalizmi bu hale getireceğini biz hep söylüyorduk zaten. O yüzden kapitalizmin karaciğerine çok üzülemeyeceğim. Görevimi yapmış olduğumdan, vicdanım rahat.
Kendi düşen ağlamaz. Olmazdı olmadı.
“Böyle bitsin istemezdim” değil. Kapitalizm çarşaf yırtmadan gebermez.
Bizim işimiz üzülmek, hayıflanmak ve geri durmak değil.
Bizim işimiz kapitalizmin bereketi için yağmur duasına çıkmak da değil.
Yitik bir ülkeyi korumaya değil, yeniden kurulacak bir ülkeyi aşkla örmeye benzer devrimci olmak.