Bir radikal İslamcı şehir efsanesinin daha sonuna geldik.
Davutoğlu ile Erdoğan arasında yaşanan her çelişkiden bahsedildiğinde o tayfa nasıl tepiniyordu delirmiş gibi. İşte fitne var. İşte aramıza fitne sokuyorlar…
Neymiş? Fitne değil, gerçekmiş.
Bütün İslamcıları ne kadar özne olmaktan çıkarırsanız çıkarın. Mevcut insan topluluğunu ne kadar koyun sürüsü haline getirirseniz getirin. Biat biat diyerek insanı ne kadar kula kulluk eder hale getirirseniz getirin. Her şey birikir birikir ve en sonunda bir noktada kendini ortaya koyar.
Hayat böyledir. Eşyanın tabiatı budur. İslamcıların sevdiği tabirle asıl fıtrat budur.
Fıtrat; onların anladığı gibi, insanda olmasını istedikleri yerleşik kötü davranış özellikleri değildir.
İnsanlar, fikirler, politik eğilimler birbirleriyle karşı karşıya gelebilir ve çatışabilirler. Bu son derece doğaldır. Bunu örmeye çalışmak, gizlemek, inkar etmek hastalıklı bir bakış açısının eseridir.
*
Radikal İslamcılar dünyayı sönmez, yıkılmaz, yanılmaz bir mesih ve ona hayran kalan güruhun kusursuz uyumu sanma hezeyanı içindeler. Böyle olmayıp da, yapıyı oluşturan unsurlar arasında en ufak bir çelişki ortaya çıktığında bunu dışardan aşılanmış bir kötülük sanıyorlar.
Onlara göre ortada bir parti yok, fikirler manzumesi yok ve hatta inanışlar manzumesi yok. Hepimiz 2000’li yıllarda Tayyip Erdoğan’ı her açıdan çok beğenmek için yaratılmışız. Bunun dışındaki her tercihimiz bir fitnenin ya da nifak çabasının eseri.
Kim gidip Davutoğlu’na “Erdoğan’dan bir gıdım farklı düşün” dedi?
Pelikan dosyasını hangi paralelci, Gezici ya da Yahudi yazdırdı?
Kim gidip Erdoğan’a “Davutoğlu’nu düşür” dedi?
Hiç kimse değil mi?
Evet hiç kimse. Bunların hepsini AKP’liler yaptı. Kendi kendilerine yaptılar. Onları kimse etkilemedi. Zaten o kadar kireçlenmiş kafaları kimse etkileyemez.
Cemaatle ilişkilerde fitne dendi, gerçek çatışma çıktı. Abdullah Gülle ilişkilerde fitne var denildi bir süre sonra farklılıklar su yüzüne çıktı. Ahmet Davutoğlu meselesinde de yine fitne diye feveran edildi ama gördük ki fitne değil çelişki.
Bunları neden söylüyorum?
Siyasal İslamcıların bu aptalca şehir efsanelerine asla inanmayın diye.
Konuşup, anlattıkları akılla-bilimle uyuşmayan, hamaset ve hurafeden ibaret lakırdılardır.
Zaten zaman zaman akla-bilime karşı olduklarını açıkça söyler ve bununla övünürler.
Sahip oldukları bütün şehir efsaneleri birer birer çöküyor ve çökmeye mahkumdur.
*
AKP’nin en çarpık zihniyetine sahip olanlar Erdoğan’ı seçmenler tarafından seçilmiş bir yönetici değil, Tanrı tarafından seçilmiş bir mesih sanıyorlar.
En berbat şehir efsanelerinden biri de bu. Seçmenler tarafından seçilmiş bir yöneticiyi, bir dahaki seçimlerde seçmezsiniz ve olur biter. Gelgelelim AKP’liler bunu kabul etmiyor. Onun Tanrı tarafından seçilip gönderildiğini memnuniyetle benimsememizi bekliyorlar. Eğer İslam dini “başka bir peygamber gelmeyecek” demeseydi mutlaka ama mutlaka Erdoğan’ın peygamber olduğunu iddia edeceklerdi. AKP’li yöneticiler bu derece gönyesi bozuk insanlardan oluşuyor.
Tayyip Erdoğan 7 Haziran 2015’de seçilmemiştir seçmenler tarafından ve o bunu kabul etmeyerek seçimleri mülga etmiştir. Bütün mesele budur.
Seçmenler tarafından seçilmediğini örtmek için her türlü olağanüstülüğü yaratmayı göze almış durumda. Yaşananlar bundan ibaret. 7 Haziran’dan sonra ülkedeki kaos ve savaş koşullarını yaratan bütünüyle Erdoğan’ın kendisidir.
*
Davutoğlu’na bile tahammül edemediler. Hepsi ateş püskürüyor.
Halbuki Davutoğlu sadece normal bir insan gibi davrandı. Kırk yılda bir düşündüklerini söyledi.
Şimdi “düşük profilli” bir başbakan istiyorlar. Tastamam AKP’lilere yakışan bir dilek.
Başbakanı bile “düşük” isteyenler halk ne kadar “düşük” olsun ister, varın siz düşünün. Davutoğlu’na bile bunu yapanlar sade vatandaşa ne yapar bir gözünüzün önüne getirin derim.
*
Bir kum torbası daha atıldı yükselen balondan. Sepette Erdoğan ve danışmanları çok mutlu. Yükseliyorlar yükseldikçe.
Kürtler torbası atıldı. Aleviler torbası atıldı. Fakirler torbası, kadınlar torbası, laikler torbası atıldı.
İŞİD zihniyetli AKP’liler kaldı yalnızca.
Atmosferin en üstlerine doğru gidiyorlar. Bilmeliler ki orada onları rahatsız edecek kimse yok ama oksijen de yok.
Yükseldikleri yerde, boğulup kalacaklar.