Toprak bir deprem gibi yarılıyor, içinden varlığına şaşırdığımız çok başlı canavar gibi bir toplumsal sorun; cinsel suçlar çıkıyor. Tıpkı bir zaman önce kadın cinayetleri olgusunda olduğu gibi, önümüzde anlaşılması ve mücadele edilmesi gereken çok katmanlı bir mesele var.
 
Muhtemel ki yine kadın cinayetlerinde olduğu gibi, sorunu örtmek isteyenler ilk “artmadı, sadece görünürlük arttı” diyecekler. İşin aslı şudur ki, ne kadın cinayetlerinin ne de çocuk istismarının henüz gerçek boyutunu bile bilmiyoruz. Çünkü bu kayıtları tutmakla yükümlü kurumlar, gerçek bir veri kaynağı oluşturmaya bile ayak sürüyor, bu türden toplumsal sorunların - TBMM’de komisyon mücadelesinde olduğu gibi- araştırılması bile engellenmeye çalışılıyor.
 
Varsayalım sadece görünürlük artmış olsun, bu neyi değiştirir ki? Görülmeye başlanan bu felaket ortadan kalkar mı? Ayrıca artış olduğunu da sadece yaşadığımız somut gerçeğe dayanarak da söyleyebiliriz.
 
İkincisi cinsel saldırı ve istismar haberlerinin en çok okullardan, özellikle dini eğitim kurumlarından geldiğini görüyoruz. ENSAR, KAİMDER ve TÜRGEV’in içinde olduğu Karaman davasına, her gün yeni bir haber, yeni bir dava ekleniyor. İmam Hatip Mezunları Derneği Başkanı tecavüzden tutuklanıyor, Çorum’da cami imamı kız öğrenciye cinsel saldırıdan tutuklanıyor ve liste çok uzun.
 
Üçüncüsü liseli – ergen kız çocuklarına yönelik cinsel suçların arttığını, bu kardeşlerimizin yapılması gerekeni yapıp okul yönetimlerine başvurduğunu ancak görevini yapmayan eğitimci ve yöneticiler nedeniyle intihara sürüklendiğini görüyoruz. En son Olcay K. Bunu yaşadı, halen hastanede yaşam mücadelesi veriyor.
 
Yine bir “kulaktan kulağa oyunu”, sorunu örtme ya da aklamaya çalışma, göz göre göre gelen acı var.
 
Acıların adresine baktığımızda ise örselenen bu çocukların hep emekçi halkımızın çocukları olduğunu görüyoruz. Çünkü okul, imam, yurt, müdür, yönetici, “aile büyüğü” vs. tüm bunlar, çocuklar, kadınlar ve aileler üzerinde dine yaslanarak kurulan büyük bir sınıfsal bir baskı aracı olarak da işliyor.
 
Ne iyi ki bu gerçeği gören ve susmayanlar da var; Olcay’ın annesinin sesi işte tam bu tahakkümü yırttığı için çok önemli bir örnek yaratıyor. Onun kızı için hem cinsiyetçi ayrıma hem de sınıfsal ayrıma karşı hesap soran sesi çok kıymetlidir.
 
Karaman davasındaki ailelerin durumu da sadece çocuk istismarını ve tecavüzcü bir kültürü değil, aynı zamanda sınıf sömürüsünü de açığa çıkarıyor. Tıpkı daha önce Hüseyin Üzmez davasında olduğu gibi, sınıfsal sömürünün, cinsiyetçilik ve pedofili ile iç içe geçmiş korkunç bir hali ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
 
Ataerkillik, çarpık bir paternalizm ve sınıfsal imtiyazlar iç içe geçiyor, yaslanabileceği en kuvvetli olgu olan dine de yaslanarak yargıyı kuşatıyor. Son dönemin intikam-linç politikaları da buna eklenince alın size Karaman davasının sonucu; tek celsede tek insana 500 yıl hapis cezası.
 
“Bir kereden bir şey olmaz” ile devam ediyor, davayı bir kerede ve bir adama yükleyerek bitirip, diğer tüm işbirlikçileri aklayarak konuyu kapatmaya çalışıyorlar.
 
Bunu yapma kuvvet ve cüretini aldıkları yer ise Hüseyin Üzmez’in yıllar önce cesaret aldığı aynı yer; bu istismar, gücü ve parası olan tarafından “hayırseverlik”, “himayecilik” , “kulluk” kültürü üzerinden dini-manevi süslemeler ile yoksul ve çaresiz kalan halka dayatılıyor. Bakan’ın sosyal medya adresinin “ben bir kulum” olması da tesadüf değil. Ve böyle bir adres sahibinin neler yapabileceğini, nasıl konuştuğunu hep birlikte görmüş bulunuyoruz.
 
Bugün artık sorunun boyutları da değişmiş durumda. Üzmez’in şahıs olarak denediğini artık elinde çok büyük paralar dönen, çok şirketleşmiş örgütlü yapılarla deniyorlar. Hani ENSAR; KAİMDER, TÜRGEV vs. ile AKP’nin ilişki ağını gösteren bir harita var ya, işte ona bakınca bu ilişkinin nasıl iç içe nasıl bir örümcek ağı gibi; an an dokunmuş olduğu çok net görülüyor. Ve işte o ilişkiler ağına bakınca anlıyorsunuz ki, vakıf olarak- okul olarak- şahıs olarak adı geçen varlıklar her ne ise işte o AKP’nin kendisi zaten.
 
*
 
İslami zenginliğin artışının haddi hesabı yok… O arttıkça “hayırseverlik” kisvesi altında sömürü ve en kabul edilemez insanlık suçları artıyor.
 
İslam adına uygulanan şiddetin haddi hesabı yok… O arttıkça; IŞİD gibi bir suç makinesinin varlığında, kadına, çocuğa, insanlığa karşı işlenen suçların önü hiç olmadığı kadar açılıyor.

Durum bu iken, geçen hafta anayasayı delmekten bir şey olmaz diyenler, bu hafta neredeyse anayasaya ne gerek var bölümüne geçtiler. TBMM Başkanı yeni anayasada “laiklik olmamalı” diye konuşabildi. Hilafet anayasası istiyorlar diyeceğim ama “hilafet” ile “anayasa” yan yana gelebilir iki kavram bile değil. Hilafet bu yüzyılda ancak hortlak olabilir ve modern hukuk ile yan yana bulunamaz.
 
İşte tam bu yüzden çocuk istismarı da artıyor; tıpkı etiğin hiç olmadığı-henüz gelişmediği ilkel bir dünyanın bir hortlak gibi geri dönüyor. Ama biliyorsunuz hortlaklar gerçek değildir ve biz ayağa kalkıp ışıkları ve kapıları açınca, korkuyla ortadan kaybolurlar.