Başbakan’ın hayalindeki Türkiye büyük bir cami, kendisi de hepimizin imamı.
Elinden gelse böyle yapacak; “valilere bir talimat” verecek; Alevi’si, Sünni’si fark etmez, herkes aynı camiye yerleştirilecek, kadınlar kendilerine mahsus yerde oturacak, başbakan mihraptan bize günün her saatinde nasıl yaşamamız gerektiğini anlatacak.
Oysa cami bile, sadece cami değildir.
Huzur veren bir başka boyutta bir başka mekân, bir sığınaktır çoğu kez. İnanan insan ibadet eder, inanan direnişçi oraya sığınır, darda kalan için insanlıktan umudunu kesmemenin yeridir, aç olan da oraya sığınır, bebeğini de bir tek oraya emanet eder çaresiz kalan bir anne.
Alevi halkımız için aynı böyle olan yer Cemevi, azınlık dinlerinden olan halkımız için kendi kiliseleridir. Yani cami bile ne tek mekândır ne de içinde tek boyutlu bir ilişki vardır. Ve orayla nasıl bir ilişki kuracağı kişinin en dokunulmazıdır, bu konuda her tür müdahale kişiyle inancı arasına girmek sayılır.
İşte başbakan her boyutta bunu yapmak istiyor; o inanç kadar mahrem bir yere, en dokunulmazımıza girmek istiyor. Bu hem çocukça, hem çok gaddar. Başbakan “sineklerin tanrısı”ndaki gaddar çocuklara benziyor. Bu korkunç fikirlerini gerçekleştiremediği her durumda, kendisini çok masum ve mağdur hissediyor bir de. Bülent Arınç ile 10 Kasım’da yan yanayken fotoğraflarındaki yüz ifadesine bakınız; yine o haksızlığa uğramış başbakan ifadesi; yine mağdur edilmiş. Düşünsenize Arınç’a; yakınına bile böyle yapıyor, işte bize senelerdir hep aynısını yapıyor; sonsuz mağdur o. Hem kendisi yapacak edecek, burnumuzdan getirecek, hem de her seferinde haksızlığa uğramış olan o olacak.
O her seferinde “kalbi” olanımıza, kimsenin karışmaması gereken dokunulmazımıza dokunmak isteyecek, biz bu hakkı ona tanımadığımızda da sürekli bozulup kendini haklı ilan edecek. Vallahi kötü kalpli kaynanalar aynen böyle yapar, başbakan onlara da benziyor.
*
“İmam böyle yaparsa cemaat…” diye bir söz vardır; AKP başbakan nezdinde böyle yapınca, onun talimat vermeye çok meraklı olduğu valiler, sinirlendikleri her durumda küfrediveriyorlar işte.
Onun hayatta tek ilişki biçimi varmış gibi kafayı taktığı kadın-erkek ilişkisine bu kadar yobaz biçimde odaklanması, her ağzını açtığında bunu anlatması sonucunda, bu toplumun erkekleri ne yapıyor? Aynı ondaki takıntıyla gidiyor kadın öldürüyor. Sonra da mahkemelerde o “takıntı” indirim sebebi oluyor.
Cinayet işleyen erkekler, bir insanlık suçu işledikten sonra kendilerini savunmak için, kadının “genel ahlak”ından bahsediyorlar utanmadan. Bugün bu yüzsüzlüğün sürmesinin sorumlusu doğrudan başbakandır.
Öldürüp toprağın altına koydukları, dili olmayan, konuşamayan, kendini anlatamayan ölmüş gitmiş kadın kardeşimizin arkasından, her istediklerini istedikleri gibi söyleme hakkı buluyorlar.
Adalete bakın. İşte başbakanın o takıntısının adalet açısından sonuçları bunlar.
*
Kadın cinayeti denince önceleri aklımıza “töre” saikıyla işlenenler gelirdi. Her ne kadar birbirlerinden kesin sınırlarla ayrılamasa da, töre cinayeti dışında kalan ve yine kadınların kurban olduğu cinayetler var bugün.
Mesela birkaç yıl önce, mutsuz olduğu için boşanmış, çalışan, ekmeğini kazanan ve kendine yeni bir hayat kurabilmiş olan Sevim Hemşire’nin eski kocası tarafından sokak ortasında öldürülmesi töre değil, Ayşe Paşalı’nın öldürülmesi de ya da bir başka ülkede Noir Desire’in solistinin manken sevgilisini bir otelde kafasını duvarlara vura vura öldürmesi de. Yani işin içinde doğrudan “töre” olmadan, kadınların da içinde yer aldığı bir aile meclisi kararı olmadan, sadece bir erkek tarafından verilen kararla bir kadının sadece “kadın” olduğu için öldürülebilir görülmesi söz konusu.
Mücadele sonucunda artık “kadın cinayeti” mahkemelerde fiilen kabul gördü ancak henüz yazılı hukukta yerini almış değil. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun bu konuda TCK için hazırladığı Ek Madde önerileri için mücadelesi devam ediyor.
*
Bu toplum, bu hayatı başbakan’a ve onun takıntılarına göre değil, kendi iradesine göre yaşamaya tutkundur. Kadınlar için adaleti de sağlayacak bu yıl 25 Kasım’da, zamanı geldi.