Her yeni olguda daha kötüsü olamaz dedik ama her seferinde daha da utanç verici bir yere gidilebildiği günler yaşıyoruz. Son olarak ENSAR Vakfı skandalı ile çocuğa karşı işlenen suçların bile aklanmaya çalışıldığını; çürümenin bu seviyesini bile gördük.

Ve “bir kereden” çok şeyler oldu; bu dekadans derhal kendi sonuçlarını yarattı.

Bir yandan toplum bunu kabul etmedi, başka hiçbir şeye tepki vermeyenler bile çocuklar söz konusu olunca doğru olanı yaptı; susmadı. Öte yandan çocuk istismarının Karaman ile sınırlı olmadığı ortaya çıktı, her yerden yeni haberler gelmeye başladı.

Paradoksal şeyler oldu; bir yandan AKP örtmeye çalıştıkça örtemez oldu, örtü yetmedi. Ama öte yandan onun “bir kere” bu tutumu alması ardından gelen her cinsel saldırı davasına çok olumsuz yansıdı; Cansel Buse’yi intihara sürükleyen adam serbest bırakıldı. Bağdat Caddesindeki cinsel saldırı davasının ilk duruşmasında hukuk tarihine geçecek tuhaflıklar oldu.

En nihayetinde hukuk diye bir mefhum tümüyle ortadan kalktı, etik dediğimiz değerler silsilesi sadece “biz ettik, oldu” haline döndü. Çocukları korumayanlar  “devlet büyüğü” yapılıp tebrik edilebildi. Her yeri bir gürültü, bir toz duman, bir linç politikası doldururken, Özgecan’ın katili cezaevinde silahla öldürüldü. Katilin katili mafyatik tipleri kutlayanlar oldu…

Ve bir intikam- kısasa kısas dönemi başlarken hukuktan sorumlu Adalet Bakanı da, en üst ağızdan bu gidişatı tescilledi.  Bozdağ’ın adı da “hukuk çalıştayı” olan ortamda yaptığı açıklamalar, değil kadın hakları ile ilgili yasaları, tüm modern hukuku reddeden niteliktedir. Şöyle ki; 

 “Aile içi şiddette ve kadınla erkek arasındaki uyuşmazlıklarda devletin polisiyle, askeriyle, hakimiyle, psikoloğuyla, sosyal çalışmacısıyla, uzmanıyla kadınla erkeğin arasına bu kadar girmesi ne kadar doğru” diye soru soran bakan, bu sözler ile sadece kadınların kazanılmış hakları olan 6284 Sayılı Koruma Kanunu’nu değil,  tüm modern hukuku hedef almıştır.

Kadına yönelik şiddette ve her tür hak ihlalinde araya devlet girmeyip de kim girecektir? Sedat Peker yöntemleri mi girsin? “Mahalle ağabeyleri mi” kim girecektir?

Aile içinde veya dışında kadınların sırf kadın oldukları için uğradıkları şiddet söz konusu olduğunda Bakan’ın söylediği gibi bir “uyuşmazlıktan” değil, temel bir hak ihlalinden söz ediyoruzdur. Ha, durum gerçekten “uyuşmazlık” ise yani mesela kadınlar boşanmaya çalışıyorsa araya elbette devlet girmesindir. Yetişkin kadın ve erkeklerin evlenmelerine ya da boşanmalarına, çocuk yapmalarına ya da yapmamalarına, kendi hayatlarını nasıl yaşayacaklarına karışılamaz.

Peki Bakan bunu mu kastediyor?

Cumhurbaşkanının ve her tür AKP yöneticisinin, yazarının, programcısının, Diyanetin, imamın, her tür görevlinin her gün ve sürekli kadınların hayatına karıştığı, kaç çocuk doğuracağını, nasıl yaşayacağını yönetmeye çalıştığı, haklarına saldırarak kadınları hep hedef haline getirdiği bu ortamda Bozdağ bunu kastediyor olabilir mi?

Bütün bunlar yaşanırken bir kere bile “devlet araya girmesin” demeyenler, kadınlar şiddetten kurtulmak için boşanmaya çalıştıkça bunu önlemeye çalışanlar, şimdi mi özgürlükçü oldular?  

Bir kere deselerdi, bir kereden bir şey olurdu oysa.

Devlet önce karışmaması gereken, sadece kadınların kendi kararına bağlı olan durumlarda aradan çekilsin. Üzerine vazife olmayan yerlere burnunu sokmasın, asıl araya girmesi gereken yerde vazifesini yapsın.

Kadından ve çocuktan yana taraf olmak, korumak, devletin tanımlı görevidir çünkü ödediğimiz vergilerle sağlanan bütün imkanlar devletin elindedir. Bunları kullanmak da temel hakkımızdır.  

Bozdağ kadına yönelik şiddetle mücadelede iki temel olan; koruma kanunu ve ceza kanunu konularının ikisinde de felaket konuşuyor.

 “Acaba kadınla erkeğin yuvasını kurtarmasına… katkı mı sağlıyor, yoksa kadın ve erkeği bir araya gelemez hale mi getiriyor? ” diye sorarak 6284 sayılı Koruma Kanunu’nu ve bizim uygulanması için mücadele ettiğimiz tedbirleri tartışmalı hale getirdi. Kadınları yalnızlaştıracak, şiddeti teşvik edecek biçimde konuştu. O çok hassas olduğu “yuva”, artık sadece kadınların da değil -Gaziantep’te olduğu gibi - tüm aile üyelerinin birden öldürülebildiği yer. 

Aslında soruyu şöyle sormalı; kadınlar kendilerini döven, defalarca bıçaklayan, tasarlayarak öldüren erkekler ile bir araya mı gelsin ey Bakan?

Ceza Kanunundaki indirimler konusunda çok ikircikli konuşarak sorunu çözümsüz bıraktı. Bir yandan “traş oldu, kravat taktı diye indirim olmamalı” derken öte yandan “giyim kuşam ile ilgili madde olmaz, bununla hâkimlerin takdir yetkisini kısıtlayamayız, ayıp olur” diyor. Oysa cezaevlerinde bu giyim kuşamın; takım elbise ve kravatın sektörü bile oluşmuş. Tutuklular duruşmaya çıkarken bu kıyafetleri kiralayıp giyebiliyor ve bu gerçekten herhalde Bakan’ın haberi vardır. Ceza indirimlerinin hangi koşullar altında uygulanıp uygulanmayacağının kanunlar kapsamında tespit edilmesi tabi ki mümkündür. Hayati ve toplumsal bir önem taşıyan bu görev, başta Adalet Bakanı olmak üzere, devletindir.

Ama burada mesele tek başına bu giyim kuşam da değil. Akla gelmesi gereken sayısız yerde hiç gözetilmeyen yargının bağımsızlığı; hâkimlerin özerkliği şimdi mi akla geliyor? Bu evrensel kurallar neden hep kadınlar ya da çocuklar söz konusu olunca hatırlanıyor?

Tıpkı geçen sene “anayasanın eşitlik ilkesine aykırı” diyerek erken yaşta evliliklerde resmi nikah şartının kaldırılması girişiminde olduğu gibi. Ne zaman kadınlar lehine bir öneri gündeme gelse, sağcı erkek yöneticilerin aklına daha önce sayısız kere lağvettikleri “eşitlik”, “bağımsızlık” gibi değerler geliyor.

Eşitliği savunuyor gibi yapıp çocuk yaşta evliliklerin önünü açacak hukuksuzluğu yarattılar. Çocuk yaşta evlilikler ile mücadele edilmeyip önü açılır ise, bugünkü gibi tüm çocuk istismarı suçlarının da önü açılır işte.

Durum açık ve net; bu kafayla gidilirse bu acı sonuçlar doğar.

Emin olun, şimdiye kadar yapılanın sadece tersini yapsak bile bu can yakan sorunlarımız hafifleyecektir.