Bir bomba daha patladı. İstiklal Caddesi’nde insanlar öldü.

AKP ölçüyor biçiyor patlayan bombaların kendi oylarının yükselmesine hizmet ettiğini görüyor. Bombalar patlıyor diye kitleler AKP’ye daha fazla oy veriyor. Sonuç ne oluyor? Bombalar daha çok patlıyor. AKP bombalardan da, oyunun yükselmesinden de memnun.

Bütün bu döngüden en son umut edilen sonuç ne?

Kürtler sussun. Ne olursa olsun ama Kürtler sussun.

Şehirleri top ateşine tutulsun, binaların çatısı kalmasın, yüzlerce insan ölsün ama onlar sussun.

Bu vicdanen, ahlaken ve adalet duygusuyla savunulabilir mi?

Savunulamaz ama kitleler bu manevi yönü bir süreliğine bilerek ihmal etmek istiyor. Bir halk ezildikten sonra yine Facebook’ta “vicdanlı olma-haksızlığa dayanamama” mesajları paylaşılmaya devam edilecek. Kısa bir süreliğine ara verilmek isteniyor.

Hayat bu “bazı zamanlarda ahlaklı olma” halini sırtında fazla taşımaz.

İnsafsızca ezilenler, ezenlere onay verenlerin insafa gelmesini beklemekten vazgeçebilir.

 *

Vicdan, ahlak, adalet ve insaf çizgisinden çıkarsanız sizi karşılayacak olan ezilenlerin direncidir. Bu direnç bir ölüm-kalım meselesinin direnci olacaktır. Can havliyle. Mevcut direncin şaşkınlık verici kuvveti ve sürekliliği bundandır. Tank mermilerinin hedefine konulanların fazlaca bir alternatifi yoktur.

“Seni toplu halde öldüreceğim” dedikleriniz hayatta kalabilmek için sonuna kadar çırpınır.

Durum budur.

Şaşırmak, anlayamamak, kabul edememek tutumunu artık bitirmeliyiz. Taşa bile yüz kere vursanız gözünüze bir parçası sıçrar. Taş artık paramparça olmak üzeredir.

*

Anlamak ne demektir?

Şu demektir. Karşı taraftaki bir candır. Karşı taraf için de geçerli olan bir sosyolojik-siyasal işleyiş vardır.

Karşı tarafa suçlu gibi davranmanız bir tutumdur, düşman gibi davranmanız ise başka bir tutumdur. Bireyleri suçlu bulmanız bir yaklaşımdır, belli bir nüfusun hepsini suçlu bulmanız başka bir yaklaşım.

Eğer Sur’a, Cizre’ye, Nusaybin’e tankla girmeye kalkıp, şehri topa tutarsanız, bazı suçluları yakalamaya çalışıyormuşsunuz gibi olmazsınız. Düşmanı yok etmeye çalışıyormuşsunuz gibi olursunuz.

AKP zihniyeti tarafından, “biz böyle bir süreçten ahlaki olarak bir rahatsızlık duymuyoruz” denilebilir. Duymazsınız ve duymadığınızı biliyoruz ama o bahsi geçen illerde, ilçelerde milyonlarca insan yaşıyor. O yaşayan insanlar için devletin kendisine nasıl davrandığı önemli. Devletin davranış şekli çeşitli sonuçlar yaratıyor. Devlet eğer bir alandaki nüfusa düşman gibi davranmayı devamlı hale getirirse, o nüfus kendisinden manevi olarak kopuyor ve somut da olarak kopmaya başlıyor. Çünkü nüfusun beklediği düşman değil vatandaş olarak kabul edilmektir. Vatandaş olarak kabul edilmediğine tam olarak kanaat getirirse her şey bitmiş olur.

O büyük sorunumuz ve büyük çaresizliğimiz budur.

Düşman olarak davranırsan vatandaşın olarak tutamazsın.

Bu doğanın kanunudur. Sosyolojinin ve siyasetin kanunudur.

Ne yapıp edip vatandaş olarak davranmak gerekir. Bundan vazgeçilirse karşındaki nüfus da seni devleti olarak görmekten vazgeçer.

Hal bu kadar vahim ve bu kadar paradoksaldır.

 *

Sorun Tayyip Erdoğan’ın başkan olmak istemesinden başladı. Bunu bir milisaniye bile unutmayalım. Geri kalan her şey buna bir reaksiyondur. Erdoğan bunu istedi ve yapılmış seçimleri yapılmamış saydı. Sonrasında çevresindeki her kesimle cepheleşti.

Tankların Sincan’dan gelip geçmesini bitmez tükenmez bir mağduriyet olarak anlatanlar şimdi onları şehirlerin ortasına sürüyor. Bunun bir ötesi o şehirlerin savaş uçaklarıyla bombalanmasıdır. Hükümeti bu hamleyi yapmanın ucunda duruyor. Kimyasal silah kullanmanın ucunda duruyor.

Aklı başında olan hiç kimse, ülkemizin bir yakasında kendi vatandaşlarımıza tank, uçak ve kimyasal silah kullanılırken öteki yakasında rahat rahat yaşayabileceğimizi düşünemez.

Böyle bir ülkenin iki yakası bir araya gelmez.

Hakan Öztürk / hakanozturk1871@gmail.com / 2016.03.19