Geçen sene 8 Mart’a, Özgecan nezdinde tüm kadınların yaşamı için ayaklanma düzeyinde bir mücadele ile girmiştik. Kadınların yaşam hakkı mücadelesi yıl boyunca, üstelik dünya çapında devam etti. Türkiye’den Afganistan’a, Güney Amerika’dan İran’a birçok ülkede kadın ayaklanmalarına şahit olduk, mücadele dünya çapında güç kazandı. Türkiyeli kadınlar da mücadeleyi yükseltti, özellikle dava süreçlerinde kazanımlar da elde ettik.

Fakat yaşam hakkı ihlallerini durduramadık. Tam tersine ülke tarihinde görülmemiş bir düzeyde kan, şiddet, ölüm denizine girdik adeta.

Yaşadığımız insanlık felaketleri de dünya çapında seyrediyor. Mülteci kardeşlerimizin durumu başta olmak üzere bölge ve dünya çapında insan hayatı neredeyse bir “çöp”e çevrilmek isteniyor. Ölüm denizi haline gelen Ege’nin sularına “bombalar altında ölmektense…” diye dalıyor anneler kucaklarında çocukları ile.

Öte yanda bodrum katları toplu mezarlara çevriliyor, her gün çocuk ölümü, her gün cansız kadın bedeni, her gün bayrağa sarılı tabut görüyoruz.

Ölümden öte köy yok derdik eskiden. Bir yandan hala öyle ve cana kıymanın bu kadar rahatladığı bir ortamda tüm diğer hak ihlalleri çok daha kolay gerçekleşiyor. Ama bir taraftan da ölümden öte köy var artık. Çünkü ölümün “olağan” biçimi neredeyse lüks haline gelmiş durumda. İnsanlar işkence edilerek öldürülüyor, cansız bedenlerine eziyet ediliyor… Türkan Sarıkaya’yı kaçırıp beyin kanaması geçirene kadar darp etmenin yolu işte böyle bir ortamda açılıyor.

Türkan’ın ailesi, çocuklarının başına gelene inanamıyor; “Böyle şey olur mu?” feryatları, tıpkı yine olamaz bir şey olan Dilek Doğan’ın vurulma anındaki annesinin feryadı gibi.

Böyle şeyler olamaz elbette. Bunlar kabul edilemez.

Tüm bunları olur kılan AKP hükümetinin –yönetimi de diyemeyeceğim- yönetememesidir.

İşte tam bu noktada; ölümü, haksızlığı, hukuksuzluğu yani yönetememeyi örtmek için ideolojik aygıtlar çalışıyor ve toplumdan bunlar olmuyormuş gibi davranması isteniyor.  Aile Bakanı’nın kadına yönelik şiddete “algıda seçicilik” demesi tam bunun ifadesidir. Hadi, Türkan’ın ailesine de aynısını söylesin bakalım. “kızınız ölmedi, algıda seçicilik yapıyorsunuz” desin. Ya da Özgecan’ın ailesine diyebilir mi bu sözleri?

*

Diyanet olmak üzere -Aile Bakanı’ndan diğer siyasetçilere, köşe yazarlarından TV programcılarına, süt izninden pembe taksiye– her tür araç ile sürekli kadınların özgürlüğüne müdahale edildiğini ve açıkça İslami bir hayat tarzının dayatıldığını görüyoruz. TBMM’de “Aile Komisyonunda” AKP’li katılımcı çözüm için “ahiret inancı” önerdi geçen hafta ama aynı hafta içinde Din Bilgisi öğretmeni çocuğa cinsel istismardan tutuklandı. Hiç böyle olabilir mi peki, bu olur mu? 

Eğer tüm vaazlar, tüm camiler gerçekten inanç için değil de, yalanı-dolanı-zulmü örtmek için yapılırsa bunlar olur. Günahlar arttıkça din istismarı da artar.

IŞİD’in sadece bir “tık” gerisindeler. Türkan’ın başına gelenlerin, IŞİD yöntemlerinden ne farkı var? Şu anda binlerce kadın onların elinde korkunç şartlarda esir iken, bu hükümet IŞİD ile değil de onlara direnenler ile mücadele ederse, her şey mümkün hale geliyor.

Gidişat herkes için çok tehlikeli. Kadınlar için bu tehlike katlanarak yükseliyor. Yaşam hakkına ve özgürlüklere yıllardır sürmekte olandan daha farklı bir saldırı söz konusu.

Kadın cinayetlerinin temelinde de esasen kadının özgür biçimde kendi hayatına karar vermek istemesi yatıyor. Tersinden de kadınların özgürlüğüne yönelik her saldırı, yaşam hakkı ihlalini de getiriyor.

Böyle bir denklemdeyiz.

Kadınların yaşam hakkı ve özgürlük ve adalet birbirine bağlıdır; kardeş kavramlardır. Kadınların tüm bu hakları sahiplenen bir mücadele yürütmesi şart.

Görünen tek yol, bu gidişata karşı kararlı bir kadın direnişidir.

IŞİD’in kadınlara bakışı gibi bir yaklaşımın toplumda kışkırtıldığını görüyoruz ve buna güçlü bir karşı duruş örgütlemek, özgürlüğümüz için direnmek durumundayız.

Bu yıl artan oranda özgürlüklere saldırı olduğundan, tıpkı “kadın cinayeti” mücadelesinde olduğu gibi; kavramın tam adını koyarak “özgürlük” için mücadeleyi yükseltmeliyiz ve asla onu geri vermemeliyiz.

Evet, olumsuz bir gidişat var ama kadın cinayetlerinin sürmesine neden olanlar silsilesinin her girişimine kadınların direnerek cevap veriyor oluşu da, olumlu olan ve durumu değiştirecek tek şeydir.

Kadın düşmanlarının bu yüzyılda kazanmasına, tarihi geri çevirebilmelerine imkan yok;  “Dünyanın yarısıyız ve her evdeyiz”.

Haklı olan biziz ve bu haklılığımız ile haklarımıza ve özgürlüğümüze tüm saldırılara karşı koyar, direnir isek, kazanacağımız günler de gelecektir.