Lenin’in çok bilinen bir eseri var. Adı “Ne Yapmalı?”.

Bu eser sanıldığının aksine, hayatta ne yapmalıyı anlatmaz. Hani şarkı var ya “bir insan ömrünü neye vermeli” diye. Bu kitabın konusu o değil. Bu kitap sol içi bir tartışmadır. Lenin solla çok tartışırdı. Şu sıralar kendini solcu kabul edenlerin çok ideal haline getirdikleri gibi bir “gönül adamı” ya da “tonton biri” değildi.
Polemikçiydi. Her zaman en ileri seviyede akıl yürütür ve bunları sabırla anlatırdı.
O akli melekeye önem veren biriydi.
Sadece sendikalist bilinç düzeyine takılıp kalanları kuvvetle eleştirdi kitabında. Uzun eleştirilerin ardından önerisini ortaya koyduğu son bölümün başlığı şuydu:
“Bütün Rusya İçin Bir Politik Gazete Planı”
Bütün Rusya yerellerinde ayrı ayrı birçok gazete değil, tek bir gazete.
Yerellere özgü gazeteler değil, politik bir gazete.
Yerel gazetesi değil, bütün Rusya için gazete.
 
*
Lenin hayatı boyunca devrime inananları, partide ve sovyetlerde birleştirmeye çalıştı.
Bütün Rusya’nın gücünü arkasına toplayıp, merkezileştirip bir ok gibi Kışlık Sarayı’nın kapısına saplandı. Bunu, Rusya çapında gazete çıkararak, Rusya çapında politik hedef belirleyerek ve Rusya çapında örgütlenerek başardı.
Solcu olan ve Lenin’le arasında bir saç teli kadar bağ bulunduğunu düşünenlere sesleniyorum.
Gezi Direnişi sonrasında forumlarda ortaya çıkan gücü dağıtmayın. Türkiye çapında bir politik hattın olmaması eksikliği dostlar alışverişte görsün etkinlikleriyle kapatılamaz.
“Orda bir köy var uzakta o köy bizim köyümüzdür…” diyordu çok eski bir şarkıda. Örgütlenme ve siyaset şarkıdaki gibi, uzaktaki bir köye hasret çekmekle yapılamaz.
Siyaseti o zaman dilimindeki sorun için bir araya gelen ve hareket eden insanlar yapar.
Tartışan, emek veren, risk alan insanlar.
Siyaseti uzaktaki köyler yapmaz.
Siyaseti uzaktaki köylerin yapacağını ileri sürenler aslında kendi görevini uzaktaki soyut köylere atmaya çalışanlardır.
 
*
2013 tarihine kadar zaten bütün politik görevleri soyut ve uzaktaki kavramlara atarak görevlerimizden kaçtık. Siyaset yapma görevini, soyuta ve uzaklara attıkça görev bize daha da çok yaklaştı.
En sonunda görevimiz geldi ve kaçtığımız son metrekare olan Taksim Gezi’sinde bizi buldu.
Daha fazla kaçabilme imkanı olamadığı için yerellerde değil şehrin merkezinde sorunu ve sorunun çözümü görevini üstlenmek zorunda kaldık.
Bunu maalesef biz akıl etmedik, biz tahlil etmedik, biz anlamadık.
Taş gelip gediğine oturdu.
Şimdi birileri 12 Eylül’den beri gelen yenilgi dönemi alışkanlıklarıyla bizim kafamızı yine kuma gömmeye çalışıyor. Gezi Direnişi’nin bizim önümüze sunduğu büyük mücadele imkanlarının uzun gagasını ve uzun ayaklarını kesip kuşa çeviriyor.
Yıllardan sonra merkezi otoriteyle aşık atabilme aşamasına gelmişken hareket minimalize ediliyor.
Neden? Çünkü her şeyin küçük olanı güzeldir.
Neden? Çünkü bizim solcular her şeyin ancak küçük olanını anlayabilir.
Neden? Çünkü serçeden başka kuş, Zeyrek'ten başka yokuş tanımaz.
Hep kumda oynayalım. Her şeyi oyuncağa çevirelim.
 
*
Uzaktaki köylere gitmek demek, gidip oradaki insanlarla güya öğretici bir ilişki kurmaya kalkışmak demektir. Başka ne olabilir? Sosyal ilişki kurulur. Kafa kol ilişkisi kurulur. 
Solun bildiği ve alıştığı budur. O nedenle hep buna dönmeye çalışmaktadır.
Oysa ki bizim yapmamız gereken ülke çapında siyasettir.
Devrimciler ülke çapında bir siyasal hat ortaya çıkaramazsa bunun eksikliğini hiçbir uzaktaki köy, yakındaki yerel ve mahalle çalışmasıyla kapatamaz.
Türkiye çapında devrimci siyasetin yeri doldurulamaz.
Kanı da var canı da ama hamsi balığından adak olmaz. 
Küçük küçük uzaktaki köylerin birikmesinden büyük siyaset çıkmaz. 
Kaldıraç olmazsa küçük küçük itmelerle taş yerinden oynamaz.